Kamu görevlileri için kamu spotları
Seksenli yıllarda, halkı bilinçlendirmek için çekilen ve çok sık gösterilen kamu spotları, televizyon seyircisi milyonların zihnine adeta kazınmıştı.
Ali Atik-Ayşegül Atik çiftinin “ben yapınca alışverişi, zaten alıyorum satış fişi” diye biten “önce alışveriş sonra fiş” skecini, Özay Gönlüm’ün “fişini de al Mustafa Ali” türküsüyle biten “şeherde dükkan açıp bakkal Osman’a dönüşen bizim köylü Ballıların gocuman Osman” skecini, annesi seslenince “bir kalem, bir pergel, bir de çikolata alacağım” diyerek girdiği bakkaldan az kalsın fişini almadan çıkacak olan öğrenci Erol’un “1 dakikalık” hikayesini, yaşı müsaade eden hemen herkes hatırlayacaktır.
Zeki Alasya - Metin Akpınar ikilisine, çocuklarını aşılatma konusunda tereddütleri olan insanımızı ikna wetmek için çektirilmiş, “haydi büyükler çocuklarınızı aşıya” skecini, yahut Erol Günaydın’ın “çalımını at, asfalt olsun yere yat” repliği ile hafızalara kazınan, çocuklara caddelerde top oynamamaları gerektiğini öğretmek için hazırlanmış “bay yanlış ve doğru Ahmet” skecini de öyle.
Seksenler, köylerden metropollere doğru uzanan göç dalgasının yoğunlaştığı yıllardı. Şehrin acemi sakinlerine ulaşmak için en ideal kitle iletişim vasıtası televizyondu. Onlara sokaklara çöp atamayacaklarını, banklara isimlerini kazıyamayacaklarını, sarhoş araba süremeyeceklerini, bunları yaparlarsa çevre bilincine sahip şehirli vatandaşlar tarafından ikaz edilebileceklerini, hatta bu tür davranışları gördüklerinde kendilerinin de müdahale etmelerinin gerektiğini anlatan “Dikkat” klipleri çekilmişti.
Daha sonraki yıllarda da kamu spotları çekilmeye devam etti. Ama kitleleri böyle yayınlarla eğitip yönlendirme gayreti, özellikle iki binli yılların başından itibaren kibirli, elitist, insanlara tepeden bakan bir zihniyetin toplum mühendisliği çabası gibi algılanır oldu.
Zamanla televizyon kanalları çeşitlendi, “kamu spotları” da kanuni mecburiyetten dolayı yayınlanan, sıkıcı, amatörce kotarılmış dolgu malzemelerine dönüştü.
Bugün artık neredeyse yüzde doksanı şehirlerde yaşayan insanımızda maalesef hâlâ bir “kamusal alan şuurunun”, bir “yabancılarla birlikte yaşama kültürünün”, bir “çevre bilincinin” gelişmemiş olduğu görülüyor.
Bunlar medeniyetin olmazsa olmazları.
Kamu spotları, medenileşme sürecinde fayda sağlayabilirdi. Hala da belli ölçülerde fayda sağlayabilir.
İnsanımızın kamusal alan kavrayışı ile ilgili çok temel problemlerin giderilmesine yardımcı olmak için, “bunlar zaten herkesin bildiği şeyler” demeden, “doğruların” ve “yanlışların” altlarının çok kalın çizgilerle çizildiği nitelikli kamu spotlarına ihtiyaç var.
İlk hedeflerden biri, birçok kamu görevlisinde gözlemlenen “çarpık kamusal alan bilinci” ile mücadele olabilir.
Mesela memurların, iş verdikleri müteahhitlerden “hediye” kabul etmelerinin, onların parasıyla tatil yapmalarının, onlardan tanıdık derneklere bağış yapmalarını talep etmelerinin açıkça “rüşvet almak” olduğunu anlatan vurucu kamu spotları çekilmeli.
Bir kamu görevi yaparken mesaiye gitmemenin, mesaiye geç gidip erkenden ayrılmanın, mesaide boş sohbetlerle vakit geçirmenin, oturup film seyretmenin ya da oyun oynamanın, dışarıda özel bir ticari faaliyet yürütmenin “hırsızlık” olduğu, alınan maaşı “harama” çevirdiği anlatılmalı.
Çoluğunu çocuğunu, eşini dostunu torpille kamu görevlerine sokmanın “kul hakkı” yemek olduğu, torpili yapanın da yaptıranın da torpille işe girenin de toplum nezdinde “aşağılık”, “hak hukuk tanımaz” kimseler olarak görüleceği anlatılmalı.
Kamudaki görev sayesinde vakıf olunan bilgileri birilerine el altından sızdırarak kazanç sağlamanın, memuru, adi hırsızlarla eşitleyen bir “ahlaksızlık” olduğu açık açık dile getirilmeli.
Devletin verdiği yetkileri kullanarak insanları zor durumlara düşürüp, sonra onları o durumdan kurtarmak için aynı yetkileri kullanmanın, bir devlet görevlisini dünyanın en aşağılık, en tiksinilesi yaratığına dönüştüreceği açıkça söylenmeli.
İşe yaramaz mı dediniz?
Kamu spotları, bu bilinci geliştiremeyenleri yeni yetişen çocuklarının gözünden düşürsün, o bile yeter!