Hikayeyi kurtarmak
Hayatta başımıza gelenleri ve yaşadıklarımız karşısında verdiğimiz tepkileri, aldığımız tutumları anlamlı bir bütün olarak görmek isteriz.
Mantıklı, tutarlı, istikrarlı, sağlam bir hikayemizin olduğuna inanmak isteriz.
İyi, doğru ve ahlaklı olduğumuza, bizim gibi iyilerin yanında, “kötülerin” karşısında olduğumuza inanmak isteriz.
Hikayeci benliğimiz yaşadığımız tecrübelerde yola çıkarak bir hikaye kurgular.
Karşımıza çıkan yeni hadiseleri çoğu zaman hikayeci benliğimizin “kurguladığı” hikayeyle uyumlu ve onu güçlendirecek şekilde algılar ve yorumlarız.
O yüzden zuhur eden hemen her gelişme “hikayemizin” doğruluğunu bir kez daha teyit ediyormuş gibi gelir bize. Hikayemize inancımız pekiştikçe pekişir.
Fakat…
Bazen son derece “ters”, ilmik ilmik ördüğümüz, her geçen gün daha çok bağlandığımız “hikayemizi” alt üst eden, onu yanlışlayan, onu boşa düşüren gelişmeler çıkar karşımıza!
Bu kontra gelişmeleri açıkça çelişkiye düşmeden hikayemizin içine katmanın bir yolu yoktur.
“Hikayeci benliğimiz”, “tecrübeci benliğimizin” önüne koyduğu “demir leblebileri” öğütmek için birkaç safhalı bir strateji uygular.
- Görmezden gelme: Önce, devekuşu misali kafayı kuma sokarak yaşanan gelişmeleri “görmekten” mahsus kaçınırız. Göz ucu ile takip ettiğimiz hadiselerin mahiyetlerini öğrenmekten kaçınmak için “Bunlara ayıracak vaktim yok.”, “Olan biten ilgimi çekmiyor.”, “Siyasetten hoşlanmıyorum” vs. gibi bahanelerle kendimizi kandırırız.
- İnkâr: Kendimize anlatıp durduğumuz hikayeyi alt üst edecek gelişmeler artık görmezden gelinemez hale gelince, inkâra yöneliriz. “Yalan!.. Böyle bir şey olmadı.”, “Bunların yaşanmış olması mümkün değil.”, “Bunlar art niyetli güç odaklarının olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek için başvurdukları algı operasyonları.”, “Bizi kandırmak istiyorlar.” gibi çeşitli argümanlarla olanların varlığını reddetmeye çalışırız.
- İtibarsızlaştırma: İnandıklarımızla uyumsuz gelişmelere dair bilgilerin kaynağı genellikle akrabalarımız, arkadaşlarımız, haber kanalları, serbest gazeteciler, sosyal medya kullanıcılarıdır. Bu bilgilerin hikayemizi tehdit etmemesi için “O haberi veren akrabam zaten sapıtmış biri.”, “Bunu anlatan arkadaşım fanatik, dediğine güven olmaz”, “Sosyal medyada hiçbir habere inanılmaz.”, “Takipçi sayılarını arttırmak için her spekülasyon yapar, her yalanı söyler bunlar.”, “O gazeteci foncudur.”, “Bu kanal zaten birilerinin maşasıdır.” gibi argümanlarla bu aracıları itibarsızlaştırırız.
- Hikayeye uydurma: Önceki safhalarda bertaraf edilemeyen “bilgi” artık hikayede küçük de olsa bazı modifikasyonlar gerektirir. Daha önceki keskin iddialarımızı esnetip müphem alanlar yaratarak hikayemizi korumaya çalışırız: Evet yaşananlar gariptir ama hepsinin “hikayemizde” çok önceden belli bir yeri vardır. Hikayemiz ile uyumsuzluk “geçici bir arızadan” ibarettir. “Bunlar zaten beklediğimiz şeylerdir.”, “Bu geçici bir süreçtir, her şey yoluna girecektir.”, “Bilmediğimiz şeyler vardır.”, “Strateji bazen ters istikamete yönelmeyi gerektirir. Bunlar hedefe ulaşmak için yapılan geçici taktik manevralardır.” gibi mazeretler bu safhada dillendirilir.
- Kabullenme ve meydan okuma: Artık yaşadığımız gerçekliğin hikayemizde koca bir delik açtığı safha budur. Yine de kuyruğu dik tutmak isteriz. Hikayemizin bir kısmını feda edip geri kalanını ayakta tutmaya çalışırız. Bu safhadaki argümanlardan bazıları şunlardır: “Evet olanlar olmuş ama yapacak başka bir şey yok! Başka şansımız yoktu bu böyle olmak zorundaydı.”, “Ne var yani? Herkes öyle yapıyor da biz yapınca mı garip oluyor?”, “Eskiden de böyleydi, bazı şeyler ne yaparsan yap değişmez, coğrafya kaderdir.”, “Yapılabilenin en iyisi bu, eleştirenler becerebiliyorlarsa daha iyisini yapsınlar.”
İnsanın yanıldığını kabul edip değişmesi hiç kolay iş değil.
Herkes dizilerde, filmlerde başkalarının değişim hikayelerini izlemeye bayılıyor ama kimse kendini sorgulamaya ve değiştirmeye yanaşmıyor.
Acaba yanılmış olabilir miyim diye şüphe edip hikayesini eleştirel gözle masaya yatırabilmek çok az sayıda insanın harcı.