Her şey olacağına mı varır?
İnsanoğlu olup bitenleri anlamaya, temellendirmeye ve gerekçelendirmeye çalışırken iki farklı yoldan gidiyor.
Bir grup, tüm insan eylemlerinin, tarihi ve doğal hadiselerin, en baştan belli hedeflere, amaçlara ve sonuçlara (ereklere) ulaşmak için gerçekleştiğini kabul ediyor.
İkinci grup ise hiçbir şeyin baştan belli olmadığını, hadiselerin bazı sebeplerden ve tesadüflerden dolayı vuku bulduğunu ama bu sebep ve tesadüflerin varılan neticeyle bir alakasının olmadığını düşünüyor.
Cemalettin Taşçı, bu iki grubu “nedenciler” ve “niçinciler” olarak tasnif ediyor.
Bu neden böyle oldu sorusunu soranlar, mukadder (kaçınılmaz) neticeyi hazırlayan adımlara odaklanırken, niçin böyle oldu sorusunu soranlar, yaşananları doğuran sebepleri araştırıyorlar.
“Nedenciler” sonuçlara, “niçinciler” ise sebeplere yoğunlaşıyorlar.
Nedencilerin perspektifine felsefede “teleolojik” perspektif ismi veriliyor.
Teleoloji Yunanca Telos kelimesinden türetilen bir kavram. Telos, tamamlanma, nihayete erme, hedefe varma, amaca ulaşma anlamlarına geliyor.
Ahmet Cevizci felsefe sözlüğünde teleolojiyi, “Bütünü parçaların karşılıklı etkileşiminin bir ürünü olarak gören mekanik görüş karşısında, organik bir doğa görüşüne, bütünün ideal olarak parçalardan önce geldiği ve parçaların mekanik eylemlerine, etki ve tepkilerine ilişkin açıklamanın bütünde olduğu anlayışına dayanan ve dolayısıyla doğada düzen ve amaçlılık arayan disiplin.” olarak tanımlıyor.
Teleoloji, her varlığın belirli bir amaca doğru hareket ettiğini ve bu amacın, varlığın doğasına ve yeteneklerine göre belirlendiğini söyleyen Aristoteles felsefesinde önemli bir yer tutuyor.
Birkaç misalle açmaya çalışalım.
Mesela bir saat, teleolojik bir tasarıma sahiptir. Tüm parçaları en baştan belli bir amaç için tasarlanarak bir araya getirilmiştir: zamanı ölçmek. Saat imalatında tesadüfen bir araya gelen herhangi bir bileşen yoktur. Bileşenlerin neticeye etkisi de yoktur. Her şey nihai ürünü ortaya çıkarmak üzere ince ince tasarlanmış ve icra edilmiştir.
Mesela zürafaların boyunlarının daha yüksek dallara ulaşabilmeleri için evrim geçirdiği, uzun boyunlarının, baştan belli bir hedefe varmak üzere tasarlanmış uzun bir sürecin neticesi olduğu iddiası teleolojik bir açıklamadır.
Teleolojik kavrayışa göre tarihin aktığı belli bir yön, hedef, amaç vardır. Bugün gerçekleşen her şey, yarın vuku bulması mukadder (ve kaçınılmaz) olanların yoluna döşenmiş birer taştır.
Bu yaklaşım bir tarafıyla cebriyeciliğe (determinizm) bir tarafıyla kaderciliğe (fatalizm) uzanır.
Hür iradenin inkârına kadar giden bir anlayıştır bu.
Tüm yaşananlar “kaçınılmaz” ve “mukadder” ise, hiçbir şeyin başka türlü gerçeklemesinin imkanı yoktur! Her şey büyük güçler tarafından zaten ilk baştan itibaren belli bir neticeye varmak üzere tasarlanmışsa insanın iradesinden ve mesuliyetlerinden bahsedilebilir mi?
Coğrafyamızın insanları genel olarak “nedenci”. Teleolojik yaklaşımı benimseme eğilimindeyiz.
Bu anlayışı benimsemek bireyin üzerindeki ahlaki ve vicdani yükü hayli hafifletiyor.
Gözlerinin önünde olup biten zulümlerin, haksızlıkların, kötülüklerin “mukadder” olduğuna, ne yaparlarsa yapsınlar olanların başka türlü gerçekleşemeyecek olduğuna inananlar, vicdanlarının sesini kolaylıkla susturabiliyorlar.
“Her şey olacağına varır” atasözümüz, teleolojik anlayışı nasıl benimsediğimizin en güzel nişanesi…
Her şey olacağına varacaksa, yani baştan belli, asla değiştirilemeyecek bir menzile doğru yol alıyorsak her şeyin iyi olmasını ummanın ötesinde yapabileceğimiz bir şey kalmıyor.
Varlığımıza dair tüm anlamlandırmamızı eriştiğimiz nihai noktaya göre yapınca, o noktaya hangi yollardan vardığımızın da bir ehemmiyeti kalmıyor.
Neticede, güce, zenginliğe, iktidara ulaşıp “başarılı” olduysak bunu hangi yollardan yaptığımız önemsiz bir teferruat haline geliyor.
Çünkü her şey “olacağına varmış” oluyor.
Teleolojik kafayla içinde debelenip durduğumuz çukurdan çıkamayız.
Bir şeyler değişsin istiyorsak artık “niçin” sorusunu sormayı, dikkatimizi sonuçlardan ziyade sebeplere vermeyi öğrenmemiz gerekiyor.