Hedefe giden her yol mubah mı?
Robert K. Merton (1910-2003) modern sosyolojinin en önemli kurucuları arasında sayılan, “rol modeli”, “kendini gerçekleştiren kehanet” gibi terimleri sosyoloji literatürüne kazandırmış Amerikalı bir sosyoloji profesörü.
Merton, fakir bir kenar mahallede başlayıp önemli akademik başarılara uzanan hayat hikayesinden bahsetmeyi çok severmiş. İnsanın çocukluk dönemini ardında bıraktıktan sonra hayata atılması, toplumda kendine bir yer edinmesi, toplumun değerlerini anlaması, o değerlerle bazen çatışıp bazen uyuşarak ve hatta bazen o değerleri yeniden tanımlayarak hayatta kalma çabası üzerine çok tefekkür etmiş.
Merton’un ta 1938 yılında “kültür”, “sosyal yapı” ve “anomi” arasındaki ilişkileri analiz ettiği “Bilim, Teknoloji ve Anomi” başlıklı makalesinde temellerini attığı “sapma teorisi” bugün hala toplumsal değişiklikleri anlamlandırma noktasında başvurulan bir teori.
Merton, “kültürel norm ve hedeflerle, o hedeflere ulaşmak için kullanılan meşru araçlar arasındaki uyuşmazlığın ortaya çıkardığı kuralsızlık hali” olarak yeniden tanımladığı “anomi” kavramını Fransız sosyolog Emile Durkheim’dan almış.
Bu uzun ve karmaşık cümlede ne demek istendiğini anlamanın en iyi yolu Merton’un bizzat kendisinin de yaşadığı “Amerikan rüyası” anlatısına bakmak.
Amerikan rüyası hiçbir sermayeye sahip olmadan yeni bir hayata başlayan insanların neticede çok başarılı, ünlü ve zengin olmaları ile neticelenen bir başarı öyküsü. Merton, bu öyküde “hedefin” çok açık ve kesin olarak vurgulandığını, ama o hedefe götürecek “yollardan”, “vasıtalardan” yeterince bahsedilmediğini tespit ediyor. Ona göre Amerikan rüyası bir “kültürel ideal” ama o ideale ulaşmak için başvurulacak yollar, kültürel olarak kabul edilebilecek yollar olmayabiliyor. Bu da uyumsuzluğa, sapmaya ve “anomiye” yol açıyor.
Merton, insanların meşru kültürel hedeflerle, o hedeflere giden meşru kültürel vasıtalara adaptasyonlarının “sapkın davranış” paradigmasını nasıl belirlediğini gösteren formüller düşünmüş:
Hedefler de, onlara götüren vasıtalar da kabul edilince uyum (conformity),
hedefler kabul edilip vasıtalar reddedilince yenilikçilik (innovation),
hedefler umursanmadığı halde vasıtalar benimsenince şekilcilik (ritualism),
hedefler de vasıtalar da reddedilince boş vermişlik, kaçış (retreatism),
hedefleri de vasıtaları da bazen kabul bazen reddedince isyan (rebellion) durumu ortaya çıkıyor.
Burada belirtilen yenilikçilik (innovation) pozitif bir anlam taşımıyor. Bilakis hedeflere ulaşmak için gayrimeşru işlere bulaşma gibi menfi bir anlamı var.
Merton’un teorisini bugünün Türkiye’sine uyarlamaya çalışsak nasıl olur?
Ülkemizde kültürel olarak kabul gören, hayata yeni atılan gençlerin hayallerini süsleyen meşru hedefler neler?
Siyaseten güçlü olmak, zengin olmak, popüler olmak… Çıtayı biraz daha aşağı koyanlar için önce memuriyete, sonra memuriyette bir yönetici pozisyonuna kapağı atmak, fazla çalışmadan, fiziksel ya da zihinsel olarak yorulmadan iyi paralar kazanmak vs.
Bu, toplumca benimsenmiş hedeflere ulaşmak için, nitelikli eğitim, sıkı çalışma, sahip olunan sıra dışı yetenekleri geliştirme gibi meşru vasıtalar pek de işe yaramıyor.
Gençler “rol modelleri” olarak düşünürleri, sanatçıları, bilim insanlarını, temayüz etmiş mühendisleri, harama bulaşmadan ticaret yapan iş adamlarını, işini hakkıyla yapan doktorları, hemşireleri, öğretmenleri, hakimleri, askerleri değil, siyasi gücünü gayrimeşru yollardan zenginleşmek için kullanan siyasetçileri, kamudaki pozisyonlarını rüşvet almak ya da el altından yürüttüğü ticaretinde kendine avantaj sağlamak için kullanan bürokratları, çevrelerine dehşet saçan mafya babalarını görüyorlar.
Birtakım dolaplar çevirmeden, çalmadan çırpmadan, rüşvet verip almadan, torpil yapmadan, kimsenin hakkına girmeden “başarıya ulaşmak” çoğu gence imkânsız görünüyor.
Merton’a haklı galiba: Gençlere, onları “doğru” hedeflere götürecek “meşru” vasıtaları sağlayamazsak eninde sonunda toplumda herkesi mağdur etmesi kaçınılmaz olan “kural tanımazlığın” gün be gün artmasının önüne geçemeyiz.