Eklektizm sızıyor paçalarımızdan
Şehir: İstanbul, sene: 2019.
Üsküdar’ın işlek bir caddesinde yeni bir döner lokantası açılıyor.
Lokantanın önünde insanlar toplanmış. Kalabalığı cezbeden, parlak kırmızı kıyafetleriyle lokantanın önünden caddeye taşarak marşlar çalan mehter takımı.
Fakat “atraksiyon” mehterden ibaret değil. Bir mini etekli hostes, bir palyaço bir de “Süpermen” var!
Superman kostümü giydirilmiş uzun boylu, atletik bir genç, sırtında pelerini, elinde balonlar lokanta kapısında bekliyor.
Kostüm yakışmış ama biraz tuhaf, kocaman sakalı olan bir süpermen bu! Uzun saçlarını toplayıp toka takmış. Ayakta durmaktan yorulmuş. Bir sandalye bulup çöküyor. Mendiliyle terini silerken bir limonata istiyor.
O sırada mehter takımı “delikanlı misali aldığın gün atandan, yürüyecek bu millet yürüyecek arkandan” diye caddeyi inletiyor! Fakat delikanlı misali atasından değil de DC Comics’ten almışa benziyor!
Hal-i pür melâlimizi, eklektik sefaletimizi anlatan bir enstantane bu.
Eklektizm (İngilizce “eclecticism” yahut bizde daha yaygın olarak benimsenen Fransızca söylenişiyle “éclectisme”), farklı felsefî veya sanat sistemlerinden aşırılan unsurların bağlamlarından kopartırılarak yeni bir sistem içinde yeniden kullanılmasına deniyor.
“Eklektik”, genellikle bir sisteme ait olan veya tek başına anlam ifade eden unsurların birden fazlasını toparlayarak meydana getirilen yeni sistemi nitelemek için kullanılan bir sıfat.
Eklektizmin negatif bir mânâsı var.
Ortaya tutarlı, mütecanis, özgün bir ürün, bir hayat pratiği koyamamaya işaret ediyor.
Bu sadece bizim ülkemizde görülen bir şey değil. Küresel kapitalizm bütün dünyayı eklektizme zorluyor.
Fransız düşünür Jean François Lyotard, “Postmodern Durum” isimli eserinde bu durumun sermayenin mutlak iktidarından kaynaklandığını söylüyor: “Eklektizm çağdaş genel kültürün sıfır derecesidir. Reggae dinlenilir, bir western seyredilir, öğle için McDonald’s ve akşam için yerel mutfaklar tercih edilir, Tokyo’da Paris parfümü kullanılır ve Hong Kong’da “retro” elbiseler giyilir. Bilgi, tv oyunlarının konusudur.”
Teknoloji, kapitalistlerin pazarlarını evimizin içine kurmasını sağlıyor. Bu pazar yerinde alâkalı alâkasız her şey pazarlanıyor. Sunulan her şeyin sorgusuz sualsiz müşterisi olan, eklektik tüketime alışmış kafa, bir şey üretmeye, ortaya yeni bir şey koymaya kalktığı zaman, ortaya eklektik ucubeler çıkıyor.
Bir büyük dünya devletinin bakiyesi olan ülkemizde mesele başka bir boyut daha kazanıyor: Bilimde, sanayide, adalette, sanatta, teknolojide bizi fersah fersah geçmiş Batı karşısında geri kalmışlığımızı, ezikliğimizi, çaresizliğimizi, güvensizliğimizi, milli bir öfkeye/gurura tahvil ediyoruz.
Batıya teslim olmayı gururumuza yediremediğimizden dolayı mehter gibi tarihte kalıp anlamını çoktan yitirmiş sembolleri mezardan çıkartıyor, taklit ediyoruz ama bunların yanlarına pop kültür sembolleri eklemekten de alamıyoruz kendimizi.
Ortaya çıkan ucubenin ne kadar sakil ne kadar anlamsız ne kadar estetikten uzak ne kadar utanç verici olduğunu anlayamıyoruz bile...
Orijinal bir şey üretmek şöyle dursun, milli olanla beynelmilel olanın bir sentezini dahi yakalayamıyoruz.
Son yetmiş sene boyunca hızlı bir iç göçe sahne oldu ülkemiz. Kitleler kırsaldan kentlere hücum etti.
Neticede şehirde ikamet etse de şehirli olamayan “kasabalı” kitleler yeni hayatlarını ellerine ne geçirirlerse onunla kurmak zorunda kaldılar.
Kasabalıları etkileyen, onları ilgilerini çeken şeyler belliydi: güç, para, büyüklük, kavga, sayısal üstünlük… Bunların dışındaki hemen her şeyi önemsiz, anlamsız, kolay gördüler. Halbuki “şehri”, kültürel alanı, medeni üretimi tanımlayan kavramlar bilgi, fikir, sanat, estetik, nitelik gibi kavramlardı.
Çeşitli yağ ve deterjan markalarının boş kutularını saksı olarak kullanarak yeni bir estetik üretmeye çalışan gariban gecekondu sakiniyle yukarıda bahsettiğim dönerci arasındaki fark, ikincisinin maddi imkânlarını genişletmiş olmasından ibaret.
Fakir gecekondu sakininin masum ve çaresizce eklektizmine merhamet duyabilirdik belki ama zengin dönercinin “paçozluğu” artık hiç kabul edilebilir bir şey gibi gelmiyor.