Aşı karşıtları ikna edilebilir mi?
Yangın, sel gibi tabii afetlerle uğraşırken unutur gibi olduk ama hızla artan vaka sayıları, Covid-19 salgınının kendini unutturmaya hiç niyetinin olmadığını gösteriyor.
Virüse yakalananların sayısıyla paralel olarak yükselen başka bir dalga daha var ki en az virüsün kendisi kadar dikkati ve ilgiyi hak ediyor: aşı karşıtlığı dalgası.
Aşı yaptırma konusunda çağrılar yoğunlaştırılırken, aşı yaptırmayanlar bazen tahkir hatta bazen tehdit edilirken, çok sayıda insan çeşitli mecralarda aşılarla ilgili endişelerini dile getiriyor, aşı karşıtı kampanyalara destek veriyor.
Bu samimi endişelerin dikkate alınması, özenle değerlendirilmesi gerekiyor. Fakat hükumetler genellikle bu konuda oldukça başarısızlar. Zaten verdikleri şüpheli istatistiklerle, çelişkili verilerle kendi güvenilirliklerini zedelenmiş vaziyetteler. Aşı karşıtlarının endişelerini izale edemiyorlar. Vatandaşlarını, -sanki neyin ne olduğunu anlamadıkları için aşı karşıtı olmuşlar gibi- aşılanmanın önemine dair mesaj bombardımanına tutarak netice almayı umut ediyorlar.
Beyhude bir çaba bu…
Yapılan araştırmalar bu yöntemlerle aşı karşıtlarının fikirlerini değiştirmenin mümkün olmadığını, ister çıplak gerçekler önlerine dökülsün, ister bilimsel açıklamalar yapılsın, ister mantıki ispatlar sunulsun, aşı karşıtlarının ikna edilemeyeceklerini ortaya koyuyor.
2013’te, aşıyla ilgili yanlış kanaatleri ortadan kaldırmak üzere tasarlanmış mesajların ebeveynler üzerinde ne derece etkili olduğunu araştıran Amerikalı araştırmacılar Nyhan, Reifler, Richey ve Freed, bilgilendirme ile ikna çabalarının hiçbir işe yaramadığı neticesine ulaşmışlar. Hata bazı ebeveynlerde bunun ters teptiğini, yanlış kanaatleri derinleştirip, aşı karşıtlığını arttırdığını tespit etmişler!
Yani aşı karşıtlığının sebebi “doğru” bilgiye ulaşamamak, cehalet falan değil!
Peki nedir o zaman?
Bazı araştırmacılar bunun sebebini bilişsel psikolojideki (cognitive psychology), “peşin hükümlü akıl yürütme” (biased reasoning) teorileri ile açıklamaya çalışıyorlar:
1-Fikirlerimizi, kanaatlerimizi, inançlarımızı ya da temennilerimizi destekleyen kanıtları ciddiye alıp, çürütenleri göz ardı etme eğilimimizi anlatan “teyit yanlılığı” (confirmation bias)
2-Çelişkili/tutarsız inançlara sahip olmanın verdiği huzursuzlukla giriştiğimiz, inançlarımıza tutarlılık kazandırma çabamızı anlatan “bilişsel çelişki” ya da “bilişsel uyumsuzluk” (cognitive dissonance),
3-Yanlış bile olsa inanmak istediğimiz savı savunma ve ispatlamak için akıl yürütme şeklimizi değiştirme eğilimimizi işaret eden “güdülenmiş muhakeme” (motivated reasoning),
4-Basitçe bakılan her yerde bir komplo görme eğilimi diyebileceğimiz, komplo teorisyenliği (conspiratorial ideation) gibi kavramlara müracaat ediyorlar.
Bunlar işin psikolojik yönleri. Bir de sosyolojik açıklamalar var. Onları da birkaç satıra sığdırmaya çalışalım.
Aydınlanma süreci, insana kendi aklını kullanmaya cesaret etmeyi öğretti. İnsanlar modernleşme sürecinde dini otoritelere ve dinlere inançlarını kaybederek modernitenin bunların yerine ikame ettiği rasyonel yapılara, bürokrasiye, ideolojilere ve bilime yöneldiler.
Ama zaman içinde, vaat ettikleri mutluluk yerine kan ve gözyaşı üreten ideolojilere, adalet ve eşitlik yerine zorbalık üreten bürokrasilere duyulan inançlar da çöktü.
Bilim ve uzmanlık da bu süreçten payına düşeni aldı. İnsanların mühim bir kısmı artık bilime de uzmanlara da uzmanlığa da inanmaz oldu.
Zihinleri, hisleri mütemadiyen manipüle edilen insanlar “alternatif” teorilere daha çok iltifat eder hale geldiler.
Artık herkes kendine ulaşan her mesajda bir kötü niyet, bir art düşünce arıyor. Mesajı taşıyan kişinin -uzman olsa bile- bir iktidar odağı adına manipülasyon yaptığından şüpheleniyor.
Bu şartlarda, sadece aşı konusunda değil -dünyanın şekli de dahil olmak üzere- hiçbir konuda kimsenin kimseyi ikna etmesi mümkün görünmüyor.