Ahlaksız süper kahraman olur mu?
Süpermen, Batman, Örümcek Adam gibi süper kahramanların hikayelerini okuyan, filmlerini seyredenler bilir: İnsan üstü güçlere sahip süper kahramanların asla ihlal etmedikleri, belli ahlaki kuralları vardır.
En çetin kavgalarda süper kahramanlara üstünlük sağlayan unsur, yüksek hızlarından, acı kuvvetlerinden, kurşun geçirmez vücutlarından ziyade “ahlaki üstünlükleridir”.
Süper kahramanlar kendilerini asla hem savcı hem hâkim yerine koymaz, suçlulara kendi uygun gördükleri cezaları vermeye kalkmaz, onları yakalar, etkisiz hale getirir adalete teslim ederler.
Kimseyi öldürmezler. En fena hırsızları, en kanlı katilleri, hatta canlarına kasteden, süper güçlere sahip kötüleri bile…
“Herkesten güçlüyüz, bize karşı çıkabilecek bir güç yok, o zaman yönetim de bizim elimizde olmalı” demezler. Siyasete girmez, iktidara talip olmazlar. Güçlerini meşru otoritenin hizmetine sunarlar.
Mesuliyet ve vicdan sahibidirler. Vurdumduymazlık yapmaz, yardımına koştukları mazlumların kimliklerini sorgulamazlar.
Hep doğru söyler, tuzak kurmaz, hileden desiseden uzak dururlar.
Kendi çıkarlarını asla düşünmez, benlik davası gütmez, iyilik, doğruluk, adalet, emniyet ve hürriyeti temin için çalışan herkesle iş birliği yaparlar.
Güçlerini kimseye kiralamaz, iradelerini kimseye teslim etmezler.
Adaleti tesis etmenin güçleştiği zamanlarda kolluk kuvvetlerine yardım için ortaya çıkarlar.
Polisler Batman’i bulutlara yansıtılmış bir ışıkla imdada çağırır, Süpermen çok uzakları işitebilen kulaklarıyla mazlumların çığlıklarına kulak verir.
Süper kahraman hikayelerini sembolik boyutlarıyla okumak ilginç neticeler verebilir.
Aslında süper kahramanlar, toplumun, adaleti sağlasınlar, zayıflara, kendini koruyacak gücü olmayanlara kol kanat gersinler diye bir takım süper yetkilerle donattığı devlet görevlilerinin abartılı birer sembolü gibi düşünülebilir.
Mesela “kötülerin karanlık planlarına” vakıf olsunlar da o planları bozabilsinler diye verilen teknik takip ve dinleme yapma ayrıcalığı, savcılara, polislere Süpermen’in gözlerini, kulaklarını sağlar.
Soygun yapıp kaçmaya çalışan hırsızları kovalasınlar da yakalasınlar diye milletin vergileriyle polislere tahsis edilen pahalı otomobiller, uçaklar, helikopterler, onlara toplumca bahşedilmiş hızlı hareket etme, uçma kabiliyetleri gibi görülebilir.
Ama tabi dünya iyi ve kötünün çizgi romanlardaki gibi kesin şekilde ayrıldığı bir yer değil! Gri alanlar, ahlaki ikilemler, insani zaaflar var.
Süper güçlerle teçhiz edilmiş devlet görevlileri, -kurgu süper iyilerin aksine- kolayca yoldan çıkabiliyorlar.
Çizgi roman dünyasına katkı sağlayan yazar-çizerler uzun zamandır bu problemi kurgularına yansıtma meselesiyle meşgul oluyor.
İngiliz yazar Alan Moore’un 1986’ya yayımladığı, 2009’da da sinema filmi çekilen Watchmen serisi, Romalı şair Decimus Junius Juvenalis’in (Juvenal) bir şiirinde geçen “Quis custodiet ipsos custodes?” (Gözcüleri kim gözleyecek?) sorusunu gündeme taşımıştı.
2006’da Garth Ennis ve Darick Robertson tarafından yayımlanan ve 2019’da Amazon Prime Video tarafından bir dizi haline getirilen “The Boys”, yozlaşmış, şöhret budalası olmuş, kurallara riayet etmeyi bırakmış ve dolayısıyla ahlaki üstünlüklerini kaybetmiş süper kahramanların, insanı son derece rahatsız eden hikayesini anlatıyordu.
İskoç çizgi roman yazarı Mark Millar’ın 2013’ta yayımladığı, 2021 yılında Netflix tarafından ekranlara taşınan “Jupiter’s Legacy” isimli eser, güçlerini doksan sene evvel (büyük buhran yıllarında) kazanan süper kahramanların çocuklarının (yeni nesil süper kahramanların) anne-babalarının inançlarını, değişmez bilinen kurallarını sorgulamaya girişmelerini ve böylece ahlaki üstünlüklerini kaybetmelerini anlatıyor.
Sanırım çizgi romancılar bize şu mesajı vermeye çalışıyorlar:
Nasıl ahlaksız bir süper kahraman derhal bir “süper suçluya” dönüşüyorsa, kuralsız, ahlaki kaygıları bir kenara bırakmış, hırslarının ve korkularının esiri olmuş bir hâkimin, savcının, polisin, askerin de mücadele etmek için karşısına dikildiği suçlulardan bir farkı kalmaz!