Partiler logolarını neden saklıyor?
Yerel seçim kampanyası başladığında Ankara’da işten eve eden işe giderken dikkatimi ilk çekenlerden biri AK Parti’nin reklam panolarında parti logosunun neredeyse teknik bir hata olarak görülecek kadar küçük olması idi.
Aslında AK Parti’nin logosunun küçülmesi son seçimlerden önce başlayan bir süreç. İlk kurulduğu yıllarda partinin kurumsal kimliğinin en önemli simgesi olan ampul zaman içerisinde farklı formlara girdi.
Özellikle başkanlık sistemine geçilmesi ile iktidar partisinin reklam görsellerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ana öğe haline geldi.
AK Parti’nin parti kimliğinin gerek logo gerek isim anlamında aşınmasının bir sebebi başkanlık sistemine geçilmesi, cumhur ittifakının çatı kimlik olarak kodlanması, Erdoğan’ın toplumdaki kişisel karşılığının partinin karşılığının ötesine geçmesi ise diğer sebebi AK Parti kimliğinin artık eskisi kadar toplayan, çeken, birleştiren değil kimi zaman iten, ötekileştiren bir konuma evrilmesi.
Bunun en bariz örneğini İzmir’de AK Parti’nin büyükşehir belediye başkanı adayı olan Hamza Dağ’ın afişlerinde parti logosunu kullanmamasında görmek mümkün.
Dağ, sadece AK Partililere değil tüm seçmene hitap edebilmek için İzmirlilerdeki iktidar refleksini de bilerek parti kimliğini vurgulamaktan uzak duruyor.
Bu stratejiye barlar sokağında “bizden size zarar gelmez” turları eşlik ediyor. Benzer dil Muğla’da yine AK Parti’nin adayı Aydın Ayaydın’da da var.
Daha önce Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nde siyaset yapan Ayaydın siyasi geçmiş itibariyle kökten AK Partili bir profil değil. Zaten kampanyasında kullandığı dil de AK Partinin İstanbul adayı Murat Kurum’un kullandığı biz kazanırsak Gazze kazanacak, kaybedersek terörle iş birliği yapanlar kazanır gibi CHP’yi şeytanlaştıran dilinin fersah fersah uzağında.
Türkiye’yi 22 yıldır yöneten bu kadar güçlü bir partinin ve siyasi çizginin hala toplumun önemli bir kesimini kimsenin yaşam tarzına karışmayacağına ikna etmeye çalışması bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyor.
Benzer bir logo saklama çabası ise CHP’de. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’daki afişlerinin bir kısmında CHP logosu değil İstanbul Gönüllüleri imzası bulunuyor. Aynısı İmamoğlu’nun reklam filmlerinde de söz konusu.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın reklam görsellerinde de öne çıkan Yavaş’ın kendi resmi ve “Az laf, çok iş” sloganı.
Her iki başkan ve adayın kampanyası da sokakta karşılık buluyor.
CHP’de parti logosundan uzak durmak, parti reklamlarında başörtülü seçmenin görünür olması da CHP kimliğinin sınırlayıcı etkisinden kurtulma çabasını yansıtıyor. Aynı yaklaşımı 2023 seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu kampanyasında da görmüştük.
İktidar ve muhalefetin iki ana aktöründeki bu trend siyasette arızi değil daha kalıcı bir değişime işaret ediyor. Her şeyden önce parlamenter sistem meclisi, partileri eskisine göre geri plana iterken liderleri, bireysel aktörleri daha etkin kıldı.
Yerel seçimde başkan adaylarının, milletvekili seçimlerinde yarışan isimlerden daha önce çıkıyor olmasını da kenara not etmek gerek. Nitekim yerel seçimlerin, parlamentoya göre eskisine göre daha ciddi bir toplum desteği ve etkileşimi sağlaması ilk kez bu kadar çok sayıda milletvekilinin yerel yönetimlerde aday olmasını da beraberinde getiriyor.
İkincisi ise özellikle ittifak matematiğinin partilerin tek başına yerel yönetimlerde kazanabilmelerini zora sokması adayları başka partilerden oy olmaya mecbur kıldı. Partiler hem adaylarını belirlerken bu kriteri gözetti hem kampanyalar bunun üzerinden kurgulandı.
Son fakat en önemli dinamik ise kutuplaştırmanın ve tek bir kimlik havuzuna yaslanmanın artık Türkiye’yi yönetmeye yetmemesi. Bunu doğal olarak ilk fark eden kendi havuzu daha dar olan ve iktidara neden gelemediğini sorgulayan CHP oldu.
CHP’nin kendi çeperleri esnetmesi, kurumsal kimliğinin sert yapısı nedeniyle vakit aldı. Şimdi Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu bu dönüşüme hızlandırılmış bir pratik katıyorlar.
Son seçimleri kazandığı ve CHP’ye göre daha geniş bir seçmen havuzundan beslendiği için AK Parti bu ihtiyacı aynı şiddette hissetmiyor. Ancak Erdoğan’ın kimlik ve kutuplaştırma siyaseti sınırlarına gelmiş durumda.
2023’te Erdoğan’ın kendisi için en belirgin “öteki” olan Kılıçdaroğlu karşısında bile %52 ile kazanabilmiş olması bunu gösteriyor.
Eğer partiler kurumsal ve kimlik sınırlarını esnetmeyi sadece seçim kazanmak için taktik olarak değil siyasetin daha sağlıklı, çoğulcu bir zemine oturması için stratejik bir dönüşüm olarak görürlerse bundan Türkiye kazanır.