Yakup’un Kitapları ya da Olga Tokarczuk

Hep böyle oluyor, nitelikli şeyler sessizce ve birdenbire hayatımıza giriveriyor. Başlangıçta İngilizce yazıp çizen dünyanın yaygın iktidarı arasında her şey daha zor gözüküyor. Hele, Polonya gibi Avrupa’nın daha berisinde tutulmuş bir yerden çıkınca ses işler daha da çetrefilleşiyor. Gerçi söz konusu olan roman olduğunda piyasanın algı ve iştahının açık olduğu bir gerçek. Modern dünyanın her köşesinde özellikle romanları birbirine ‘satma’ ya çalışan telif ajansları var. Sadece uluslararası fuarlarda değil her gün internet üzerinden veri yağdırıyorlar. Hal böyle olunca, yazılanın niteliğine göre ivme değişebiliyor. Olga Tokarczuk da ilkin gecikerek de olsa, Grikedi ile Alabanda isminde, Ankara mahreçli bir yayınevinden çıkarılıyor bizde. Bu konuda, Kalemajans ve Nermin Mollaoğlu’nun enerjisi takdire şayan. Elbette, Neşe Taluy Yüce’nin Lehçe’ye hakimiyeti de cabası.

The Man Booker gibi pek çok prestijli ödülünden sonra, 2018 Nobel Edebiyat Ödülü gelince ben hiç şaşırmadım. Çünkü Olga Tokarczuk’un dünyası, gide gide birbirine benzeyen Amerikan ve Avrupa duyarlığından ilk başta ayrılıyordu. Polonya, geriden gelmenin fakat Tokarczuk’un şahsında özgünleşerek güncelleşmenin tazeliğini taşıyordu dünya edebiyatı için. Bu bağlamda özellikle ‘Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerine ( Timaş, 2020) kitabını anmak gerekiyor. Sadece yazma biçimiyle değil asıl zihninde yarattığı yeni tabiat fikriyle her şeyi ters yüz ediyordu yazar. Doğrudan dine, ideolojilere, güncel meselelere takılmayan fakat çok üstte, yer yer arkaik kabuklarla sertleştirilmiş özel bir evren yaratıyordu. Tokarczuk’un yazar olarak şansı, Türkçe’nin şansına, Neşe Taluy Yüce vesilesiyle dönüşmekte gecikmedi. Leh dilinin yoklayışları, Türkçe’ye yepyeni bir tecrübe olarak döndü. Şöyle denilebilir, bir romancının kendi dilindeki yaratma gücü başka bir dile ancak yaratıcı bir çevirmen vasıtasıyla akıtılabilir. Her iki dile de hizmetti sonuçta Yüce’nin çevirmenlik başarısı.

Geçtiğimiz aylarda ( Mart 2024) Neşe Taluy Yüce, Tokarzcuk’un başyapıtı ‘Yakup’un Kitapları’nı dilimize kazandırdı. Alt başlığında ‘Yedi Sınırda, Beş Dilde ve Küçükleri Saymazsak Üç Temel Dinde Uzun Bir Yolculuk’ ifadesi bulunan eserin evreninin nerelere uzandığını ve yazar kadar çevirmenin neyi tam göze aldığı tahmin edilebilir. Tersten bakıldığında, 1015 sayfalık bu roman aslında egemen dünyaya bir meydan okuma. Egemenlik ise burada çok bağlamlı bir tabir ve içine siyaset ve ekonomiyi de alıyor. Hele son bir yıldır, Yahudiliği bir terör ideolojisine iyice döndüren İsrail hatırda tutulduğunda, Tokarzcuk’un meselesi daha net anlaşılır. Sonuçta, Yacob Frank adındaki Yahudi bir peygamberin hikayesidir bu. Fakat, Hristiyanlık, Musevilik ve İslam içiçe geçer durmadan. Yakup, hem Hristiyan, Hem de Müslüman olmuştur üstelik. Dünyalar, dünyalar içredir.

Romanın mekanları ve zamanı 18 yüzyıl Polanyası kadar Osmanlı egemenliğinin siyasi ve kültürel sınırlarıdır. Sabatay Sevi de akışa dahil edildiğinde başta İzmir önemli mekanlardan birine dönüşür. Abartısız, bir Osmanlı romanı diye de okunabilir Yakup’un Kitapları. Yazarın, Osmanlı’yı tarihi bir olgu katında tutarken olağanüstü bir soğukkanlılıkla kültürel ve siyasi geçişlerle işlemesi, Oryantalist yalamalıkların dışında adeta bir tarihçi gibi belirmesi mühimdir. Dahası, binlerce yıllık külliyata sahip Musevilik inancının referansları ile Hristiyanlığın mezhepler arası tartışmaları tarafsızca fakat yer yer mizah zekasıyla romana yayılmıştır. Dünyada ve ülkemizde tarihi bir dönemi veya şahsı önde tutarak okur ve duygu avcılığının hız kazanıp yüzbinleri aşan okura ulaştıktan sonra geriye sadece posa yığını bırakıldığı hatırlandığında, Tokarczuk’un ‘Pulluğu Ölülerin Kemikleri Üzerine’ boşuna sürmediği görülecektir. Şu abartı sanılmasın, tarih, din ve kültürü öne çıkararak roman yazmaya koyulanlar Tokarczuk’a bakıp vaziyet almalı.

Bir gözle bakıldığında çağdaş bir destan, diğer nazarla bakıldığında roman sanatının sınırlarını alabildiğine genişleten fakat Leh dilinin 21. Yüzyıldaki solunum kapasitesini başka dillere bir solunum testi gibi sunan bir eser Yakup’un Kitapları. Detaycılığı, insan halleri karşısında muzip olduğu kadar kararlı ve keskin gözlemi ( Jung uzmanıdır Tokarczuk) günlük hayata dair tespitleri, Yahudilik neşvesinin Kabala ve Sabayatizm benzeri yorumlardaki renklerini, Ermenileri, Türkleri, Lehleri, her devirde insanları etkileyen kurtarıcı bekleme mitinin kaynaklarını, kadınları, kapalı cemaat yapılarının nefesini fakat insan denilen varlığın sürprizlerini getiriyor Yakup’un Kitapları.

Hele Peder Chmielowski ile Çok Saygıdeğer Bayan Druzbacka arasındaki mektupları okurken ‘cins-i latif’ tabiriyle karşılaşınca, yazarın sadece bir dilbilimci değil aynı zamanda bir kültür arkeoloğu da olduğunu gördüm. Olga Tokarczuk bu bağlamda, Yakup’un Kitapları’nda bir roman teorisi de ortaya koyuyor. Yakup’un Kitapları, 21. Yüzyıl’a damga vuran vazgeçilmez eserlerden birisi. Ayrıca, bu çapta bir kitabı, hem çeviri hem de yayın düzeyiyle okurla buluşturmak da az yayıncılık başarısı değil. Everest Yayınları kendi çizgisini daha da yukarı çekiyor bu kitapla.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum