Virüs ve kurban ve vs vs…
Hayır hayır, ne yakında gökten bir kurban inecek ne de bir mucize şimşeği çakacak. İnsan, sonunda kendisini bir kez daha sunak taşına boylu boyunca uzattı.
Bundan böyle son bir kez aklının karanlık yanıyla mı yoksa aydınlık tarafıyla mı yaşamayı sürdürecek asıl ona karar verecek. Yaşamakta olduğumuz günlerin özü bu. Şimdiye değin aklın maddi meyvelerini yücelte yücelte buraya geldi. Hatta bir akıl ilahiyatı bile yarattı. Bencil, güce tapan, vahşi, yıkıcı, tabiat kadar insanı tahrip edici bir ilahiyattı bu. Fakat şimdi, bir virüs, her şeyi ters yüz etti, hesaplar bozuldu. Borsalar çöktü. Şehirler karantinalarla kuşatıldı. Antik Yunan’dan mülhem olimpiyat meşalesi yanacak iklim bulamayacak artık. Zafer kazanmak için hasar yeterli gelmeyecek.
İnsanlık yeni bir zihin çağının eşiğinde, hayat, zaman, şehir, din, tarım, beslenme, edebiyat, sanat adeta kaçınılmaz bir metamorfoz geçirecek. Bu vesileyle haydi çok uzağa gitmeden, sözü dolandırmadan, herkes yüzünü başka yöne çevirmeye pek niyetliyken, birileri şu karanlık günler biran önce geçip gitse de eski düzenimize kavuşsak diye yanıp tutuşurken, evet, evet o kaçınılmaz soruyu soralım. Kim üretti bu virüsü? O belli mi? Çinliler, Amerikalılar, Avrupa veya Asyalılar mı ? Yoksa yoksa kaç yüz yıldır insan olmanın her tür bedelini açlık, soykırım ve kölelikle ödeyen Afrikalılar mı?
Ne diyecek insan şimdi, ne yapalım, elden ne gelir, bu küresel bir felaket, biz de onun kurbanlarıyız, atlatmak için elimizden gelen her şeyi yapacağız, aşısını buluncaya kadar çalışacağız. Bu arada zayıf düşenler, mücadele edemeyenler de maalesef ölecek, böyle mi diyecek? Komplo teorileri havada uçuşup, Çinliler Amerikalıları, Avrupalılar Asyalıları suçlayacak, kimse virüsü üzerine alınmayacak, yine eski tas eski hamam, güçlünün, tüccarın, paranın, kötünün, zalimin, maddenin borusu ötecek, öyle mi?
Oysa oysa, her insan, her ülke, ilkin kendisinden yola çıkmak durumunda. Her ferdin, her ülkenin içine düştüğümüz bu felakette derece derece payı var. Bir ülke mesela, bizim ülkemiz, kendi topraklarını, tarım alanlarını, denizlerini, dağlarını ve göllerini terk edip hoyrat bir betonlaşma ve buna bağlı bir kentleşme sevdasına kapılmışsa, durup düşünmesi gerekir bu vesileyle. Toprağına kötü davranan bir ülkenin ne geleceği olabilir ne de düşüncesi. Teknoloji, bilim üretmeyen bir ülkenin, hele nüfus şişkini kentler çatması kaçınılmaz felaketlere davetiye çıkarır. Deprem, salgın hastalık ve beklenmedik felaketler yönetilemez hale gelir. Çözüm topraktan kopmadan, nüfusça dengeli ve yaşanabilir şehirlere yönelmek. Eğitimli insan için çalışmaktır. İnsan ve nitelikli toprak hayatın temelidir.
Nufusu yaşlanmış Avrupa, işgücü, sigorta, vergi , çevre sorunları gibi kalemlerin yükünden kaçmak için, üretiminin büyük kısmını Çin’e ve Asya’ya kaydırdı. Amerika, Apple dahil, Çin avantajlarını kullanma derdinde. Dünya nüfusu, savaşlar, etnik ve dinsel çatışmalar sebebiyle daha hızlı yer değiştiriyor. Göçmenlik, sırf hukuki bir sorun değil, bir dizi ekolojik meseleyi de beraberinde getiriyor ister istemez. Ulaşım imkanlarıyla gelen kolaylıkla insanlar daha sık ve daha farklı coğrafyalara seyahat etmek istiyorlar. Dünya orta sınıfı, tarihte olmadığı kadar yer değiştiriyor. Sağlık konularında alınan mesafeden dolayı ölüm oranları düşüyor, insan ömrü uzuyor. Bu, gıda başta olmak üzere pek çok kalemdeki talebi yükseltiyor. Problemin de gelip patladığı yer tam burası. Talep artarken üretim düşüyor. Özellikle tarımsal üretim, başta gübre ve kimyasal kullanma, hormon ve tohuma bağlı sebeplerden dolayı tabiatı bozuyor.
Öyleyse soru, ve sorun bir kere daha şu; mevcut üretim- tüketim ilişkileri içinde bir çıkış yolu var mı? Bu virüs aşılsa bile daha etkili virüsler kapıda değil mi? Bunca gururlu yapılar, devlet ve güvenlik pozları, şaşaa ve bencillik, sürdürülebilir mi? İnsana, insanlığa, alışılmış dinden, ırktan, kültürel kodlardan arınmış, yeni bir söz söyleyecek kimse yok mu? Yoksa yine suçlaya suçlaya, öldüre öldüre, mülk edine edine, övüne övüne insan kendi kıyametine mi koşacak, el ele, büyük bir huşu içinde sunaktaki kurbanın kanı alınlara mı sürülecek?