Niteliksiz olanın yaygın egemenliği...
19.yy ideallerin yükselme çağıydı. 20.yy ise onların maddi ve manevi verimlerini paylaşmakla geçti. Yaşadığımız yüzyıl ise tarifi zor fakat mutlak manada çözülmeler, çürümeler, parçalanıp dağılmalarla dolu. İdealizm yerini hamasete, paylaşım ise kitlesel yoksulluğa bıraktı. Dahası, insana dair ne düşüncede ne de günlük yaşam pratiğinde hiçbir güvenlik alanı kalmadı. Yaşananlar bir sonuç mu yoksa bir üst kurmacanın açılımları mı orası da belli değil. Yine de kesin olan bir şey var; politika başta olmak üzere her alanda niteliksizliğin yaygın egemenliği hüküm sürüyor. Hatta niteliksizliğin yaygın egemenliği dayatılıp yaşatılıyor.
Böylesi durumlarda gücün merkezine bakmadıkça, gücün neden ve ne şekilde orada toplandığını fark etmedikçe işin içinden çıkmak da mümkün olmaz. İktidar gibi doğası sorunlu kavramlar üst dereceden tartışılamaz. Kafa karışıklığı devam eder, ‘acaba’lar, sorular, cevaplar, umutsuzluklar atbaşı gider. Oysa meselenin özü biraz dikkatle ve sabırla takip edildiğinde aydınlıktır. Niteliksiz olanı çekip çevirmek kadar ona üleşen bulmak da kolaydır. Niteliksiz olanı tıpkı tüketmek gibi üretmek de yaratıcı vasıflar gerektirmez çünkü. Vasat ve her konjonktürel duyguya hitap eden bir kitap yazıp şöhret kovalamakla projesiz ve idealsiz politika yürütmek aynı çizgiye oturur. Düşünce verimleri de dahil buna.
Luc Ferry’nin dilimize ‘Homo Esteticus: Demokrasi Çağında Beğeninin İcadı’* kitabında da vurgulandığı haliyle demokrasinin gelişmesiyle estetik beğeninin icadı arasında mutlak bağlar vardır. Felsefe, ekonomik gelişme, tarih ve edebiyat yanında pek çok sosyal disiplinle iç içe geçen hayat dönüp dolaşıp insan tekinde temayüz eder. Fert denilen bu kişilik sosyal davranışlarını da taşıdığı niteliğe göre toplumsallaştırır. ‘Değerler’ sonuçta kamusaldır ve kamusal olanın iradesi ferdin elinden çekilip alındığında niteliksizliği iklimi de oluşmaya başlar. Estetik, hayatın canlı alanından kavramlar dünyasına ve disiplinler arası geçişken bir madde başlığına fırlatıldığında ‘değerler’ ölçü olmaktan çıkar. Bu sebeple ahlak ile estetik olan arasında bağ da kopar.
Niteliksiz olan neredeyse her zaman hamaset gibi bir jargon edinir. Sanmayın ki hamaset günlük politikanın kitleyi çevirmek adına kullandığı bir dil olsun. Hayır, daha tehlikelisi niteliksizliğin hamaset ilahiyatına bürünerek hemen her adımda mayalayıcı bileşenler içermesidir. Böyle olunca patates üretmekle bayrak, insan hakları sorunlarıyla göçmenlik, bina yapmakla enflasyon, futbol ile ekmek aynı ağızla ve lezzetle çiğnenebilir. Sindirmeye gelince, niteliksizlik çağında sindirmek diye bir konu yoktur. Nietzsche’nin ‘susanlar sindirim sorunu çekerler’ sözü, hamasi suskunluğu tam da özetler. Çünkü, hamaset yüksek sesli, konuşkan görünen içsel bir suskunluktur. Bir şeyi konuşup tartışıyor gibi gözükürken üstünü örtmeye çalışmaktır. Temelinde ise yakalanma psikolojisi barınır.
Halk böyle istiyor, deniliyor, insanların tercihi bu yönde... Bir kez değil üstelik çokça kez teyit edilen beğeni söylemleri... Oysa esas itibariyle sosyolojik ve fiziksel bir gerçekliğe bağlı kalmakla birlikte tuzaktır bunlar. Kovboyun elindeki kemendi sallayıp sallayıp boğayı boynundan yakalamasına benzerler. Görünüşte sallanan iptir. Üstelik ustalıkla sallanmaktadır fakat nihai hedefi kement olmaktır. Zaten, çağımızda estetik beğeninin bir alt dal hatta kategoriye (çünkü gücü elinde tutan neyin estetik olup olmadığına da karar verme arzusu duyar, kültürel iktidar olma istenci buradan kanar) indirgenmesi sebepsiz değildir. Estetik çoğul bir kavramdır. Yaratıcı hiçbir sanat eseri bu çoğulluklu çelişkiyi içermeden var olamaz. Tek telli sazın bir armonisi olabilir ama onun asıl estetik bir norm kazanabilmesi için başka kaynaklardan gelen (vurmalı, üflemeli vs) seslerle uyum sağlaması gerekir.
Hayatın her alanı niteliksiz olanın kapsama alanına henüz dahil olmamışsa bu mümkün ve sürekli olabilir mi? Niteliksiz olan, hükmünü sonuna kadar ve genişleyerek sürdürebilir mi? Bu soru yerindedir fakat cevabını hakkıyla verebilmek hatta ‘hayır’ diyebilmek için dünyadaki sermaye hareketlerine ve onların demokrasi ile ilişkilerine bakmak gerekir. Mesela, dünyadaki verimli toprakların kontrolü kime geçecektir?
Çoğul ve çok katmanlı, doğayla barışık, insanın geçmişten getirdiği yaratıcı değerlere bağlı, özgürlükçü ve açık bir toplum modeli mi gelişecek yoksa sadece seçkinlerin ve güçlülerin modellediği bir hayat mı karşımıza çıkacak? Ve böylesi bir hayatın nitelik kıstasları ne olacak?
İdealizm yeniden güç kazanıp hamasetin üstüne örttüğü ıslak ve yorucu ağırlıktan kurtulabilecek mi? Çünkü niteliğe talip olmak, günü kurtarmanın ötesinde dünyada bir varlık endişesi taşımakla ilgilidir ve buğday salt bir ekonomik ürün değildir. Tıpkı ev gibi, şehir, kadın, yaşlı, çocuk, tabiat, su gibi. Sonuçta her şey, insan yeryüzünde saygın, şiddetten arınmış bir varlık olacak mı, sorusunda düğümlenir. Niteliksizlik şiddettir.
Luc Ferry. Homo Esteticus. Çev: Devrim Çetinkasap. İş Bankası Kültür Yayınları.