İnsansız çözümler arasında insan meselesi...
İnsansız çözümlere aşırı methiyenin yükseldiği bir dönemi yaşıyoruz. Robotlar, insansız hava araçları, yapay zeka, sanal para vb bir süredir büyük ve geri dönülemez buluşlarmış gibi dayatılıyor. Bilgiye bağlı her icadın doğru kullanıldığında hayatın kalitesini artırıp pek çok işi kolaylaştırdığı inkar edilemez. Bilgi mutlaklık değil bir alternatif açıklık olduğu sürece önümüzü açar. Mutlakiyet kazandığında ise tiranlığa dönüşür. İnsan zihninin şimdilik bir büyük ilerlemesi sayılan bu hamleler bilgi olmaktan çıkıp kendine göre bir ilahiyat dayatıyor. Kökünde insanın doğasına dair ince hesapların saklandığını kimse dillendirmiyor. Dünyada, insana dair hemen her mesele, insandan uzak tutuluyorsa ve insana rağmenlik taşıyorsa orada insan adına bir büyük tuzak kuruluyor demektir.
İnsan içinde ve insanla çözülmeyen her mesele sadece sorumluluktan kaçmak değil sorumluluğu kitlelerin üstüne yıkmak anlamına gelir. Şöyle diyorlar söylem üstünlüğünü ele geçirenler; altın çağ sona erdi, şimdi her şeyin kıt kanaat yeteceği bir zamana giriliyor. Emek ve toprağın artı değeri gündemden düştü. Ondan olmalı gözle görülür derecede artıyor küresel yoksulluk. İnsanın doğası problemlerle örüldüğü kadar çözüm yollarıyla doludur oysa. İnsanı aradan çekmek başka bir yönden bir sınıfın dünya egemenliğine soyunmasıdır. Teknoloji vasıtasıyla insan geri çekilirken asıl varlığı ontolojik boşluğa itilir.
Ve gelecek vakitlerin en çetin konusu insan meselesi olacaktır. Elbette seçkinlerden öte insan soyu bırakılacaksa dünyada.
Herkes kendisini savunmaya geçtiğinde insan meselesi sadece tartışılır olmaktan çıkmakla kalmaz konuşmaya değer bir konu kalmadığı anlamına da gelir. Kime ve neye göre konuşulacak ve sonunda nereye varılacak? Varılan yeri kim sahiplenecek? Ayrıca tartışma bir tahayyüle mi dayanıyor yoksa somut sonuçlardan mı yola çıkıyor? Modern zamanların sadece toplumsal yapıları değil asıl bireyleri kendi içlerinde parçaladığı hatırda tutulduğunda öne sürülecek tezler kadar yöntemler de oynaklaşmaya başlıyor kaçınılmaz olarak.
İnsanı bir sayı ve kalıp meselesi kadar üretim tüketim ağının amacı diye görenlerin üstünlüğü gittikçe artıyor. Parçalayarak en büyük payı kapma ve oradan topluma hükmetme pratiğine yaslanan politika ise neredeyse bütün dünyada bir zemin kayması problemi yaşıyor. Son örneğini Yeni Zelanda eski başbakanı Jacinda Ardern’de gördüğümüz umut ışıkları ise ortadan çekilmiş gözüküyor. Dinler siyasi nedenlerle sadece kendi çeperlerinde bile kalamayıp bölge bölge tarihsel handikaplar içeriyor, iç içe çatışma alanları üretiyor. Irka dayalı söylemler durduğu yeri daha da problemli hale sokuyor. Fakat şaşılacak derecede ikisi birden yükselişlerini sürdürüyor. Soğuk savaş sonrası tek başına kalan kapitalist kutup ise demokrasiyi Trump örneğinde olduğu gibi bir pop kültürü derecesine soktuğundan başını dertten kaldıramıyor. Ekonomiye bağlı demokratik idealler çoktan paramparça oldu. İnsan hakları, özgürlükler, demokratik değerler devre dışı.
1,5 milyara yaklaşan nüfusuyla Çin ve onun peşinden gelen Hindistan’ın zaten insan meselesini omuzlamak gibi dertleri yok. Uzun vadede her ikisi de birer insanlık sorunu potansiyeli taşıyor. Çin’de milyonlarca insan ölmemek uğruna çalışırken Hint kıtasındaki sermaye dağılımındaki makas yazılım teknolojisinden gelen para sebebiyle daha da açılıyor. Kapitalizmin partneri olmaya razı oldu ikisi de. Merkezi Avrupa hükümetleri ise halkla büyük kopukluk yaşıyor. Sanat ve düşüncenin Eldorado’su Yahudi sermayesinin markalarla damgalı pençesinde titriyor. Seçimlere katılma oranları düşüyor. Politik bağlamda şu an dünyaya bir insan ve insanlık ideali önerebilecek güç yok. Aylardır süren İsrail vahşetinin arkasındaki ekonomik düzeneği göremeyenler bu durumun dünya için bir insan meselesi olduğunu da anlayamıyorlar.
İçine düştüğümüz insan meselesini esastan kavrayan sanatçılar, yazarlar hala var fakat sanat ve edebiyat küresel düzeneğin yedeğine alındığı için de sesi piyasa dalgaları arasında sönüp gidiyor. Dikkat edilsin, uluslararası dolayıma sermaye ve politik ilişkiler vasıtasıyla sokulan öznelerden kritik konularda hiç açıklama gelmiyor. Türkçeye farklı dünya dillerinden çevrilen nitelikli edebiyat eserlerine baktığımızda ise insan meselesinin sadece eski değil güncel bir konu olduğu ve dünyanın vicdan nabzının hala attığı anlaşılabiliyor.
Godard, filmlerinden birinde insanın devreden çıkarılışını, insansızlaştırmayı şu sözle açıklamıştı: ‘Göz temasını ortadan kaldırmak için para icat edildi.’ Evet göz, başka şekilde yapay göz, kameralar olarak ağ sahibine hizmet eder günümüzde. Para ise somut paradan sanal paraya evrilerek gidişe eşlik edip derinlik kazandırır güçlüye. Sanatın ve özgün düşüncenin, bağlamlarını zenginleştirerek insan meselesini bütün karşıtlıklardan sıyırıp ısrarla konuşmasından başka yol gözükmüyor şimdilik.