İktidar Alimi

Augusto Monterroso’ya 

Yıllar yıllar evvel de böyleydi. Hindistan’dan Bağdat’a, İstanbul’dan Bosna’ya  kadar benzer öyküler anlatılırdı. Günün birinde aslan bir rüya görmüştü. Rüyasında güneş ona ‘haydi kalk ve kükre, bir sembol olarak boynuna sardığımız güneş tacının hakkını ver’ demişti. Dikkatle bakıldığında aslanın yelesi güneş halesine benzerdi. Aslan ürpererek uyandı. Ormanın dışına kadar koştu. Orada kendisini bekleyen bir çakal sürüsü vardı. Tüyleri pırıl pırıldı. Dişleri parlak ve beyazdı çakalların. Diplomatik giysiler içindeydiler. İrice ve en parlak tüylü olanı öne çıktı; ‘ ekselans, şehir halkı sizi bekliyor. Beklenen gün geldi. Alnınıza vurulmuş mührü pençenize alın. Kükreyin ve emrinize amade varlıkları harekete geçirin. Yeryüzünü kurtarın. Güneş efendimiz de bunu diliyor.’ Güneş sözünü duyunca ürperdi aslan, uzaktaki şehre baktı. Güneş yeryüzüne inmiş geniş bir ışık dalgası gibi dönüyordu. 

Ormanın derinliklerinde bir maymun vardı. Aslanın kükreyişini duymuş ve hızla peşinden onu takip etmişti. Bir süredir bir eline taşı bir eline cevizi alıp kırabiliyordu. Bu hüneri onu gizlice gülümsetmiş,  hınzır bir alaycılıkla hemcinslerine, diğer maymunlara bakmıştı. Henüz onların böyle bir becerisi yoktu. Aslanı takip eder, onun maiyetine girebilirse iyi olacaktı. Bir aslan ceviz kıramazdı. İşte ona ceviz kıracak ve böylece göze girecekti. Hem bu bilgisini diğer maymunlara besin karşılığında öğretebilir, diğer maymunlar ihtiyaç halinde o ağaçtan bu ağaca dolanır, kendi aralarında kanlı bıçaklı olduklarında o keyfine bakardı. Zavallıydı ötekiler. O efendi sayılırdı. Baş efendi aslana en yakın olacaktı yakında. 

Her kuşun beyni vardır ama hiçbir beyin karganınkine benzemez. Öteki kuşlardaki bir kaç gram et parçası sayılır karganın nezdinde. Fakat kimse onu adam yerine koymuyordu. Ne zaman su kıyısına inse kapkara bir kafada iki derin karanlık göz görüyordu karga. Hafif kısa gaga desen hiçbir zaman ilgi çekici değildi. Sanki su bile tiksiniyordu ondan. Her şeyi uzaktan yakından izlemeye karar vermişti karga. Ceylanlar nasıl zıplıyor, timsahlar sabırla nasıl suda bekliyorlar bir bir gözlemliyordu. Her gün yeni bir şey öğreniyordu. Her hayvanın gücü en zayıf anıyla birlikte vardı. Kimse onunla dost değildi. İlgilerin dışındaydı. Karga avlayan bir kuş bile görülmemişti. Yine bir gün ormanda gezinirken maymuna rastladı. Şu ceviz kırmayı öğrenen maymuna. Zavallı dedi kendi kendine, iki şey olmadan bir şeyi yapamıyor. Oysa ben aşağıya hızla dalabilir, pençelerimle kaptığım cevizi yukarıdan bırakabilirim. Parçalanmaktan başka bir seçenek kalmaz cevize.  

Aslan ormanın kralı değildi sadece. Ruhuydu aynı zamanda. Ağaçlar, otlar, sular, böcekler, rüzgar ve cümle alem onun varlığında birleşmiş sayılırdı. Güneşin bir sabah aslanın rüyasına girip uyarması bundandı. Nasıl hem yakar hem de hayat verirse güneş, aslanın da öyle olması gerekirdi. Canlılar aleminde, insan denilen türün ormandan ayrılışı çok çok uzun zaman önce olmuştu. Aslan memnundu bu ayrılıştan. İkide bir üstüne ağ atılıp kafese tıkılmaktan kurtulmuştu sonuçta. İnsandan ne kadar uzaksa o kadar güven içindeydi diğer canlılar. Ama işte bu kez… 

Bu kez iş değişmişti. Güneş, manevi bir kolye gibi boynuna taktığı yelenin hakkını vermesini istemişti ondan. Şehre gidecek ve gereğini yapacaktı. Ama ne yapacaktı? Bunu güneşe soramazdı. Sormamıştı. Hızla koşmaya başlamış ve ormanın dışına kadar gelmişti. Belki geri dönecekti. Şehrin ışıklarına uzun uzun bakacak, orada ne olup bittiğini düşünecekti. Tekrar uyuduğunda güneş yine rüyasına iner ona yol gösterirdi. Oysa o, parlak tüylü ve yerinde duramayan şu çakal sürüsüyle karşılaşmıştı. Aslan çakalı biliyordu. Ne zaman ustalıkla bir ceylan avlasa, nefes nefese kalıp tükeniyor, ölümün ucuna varıyordu. Her av bir ölüm oyunuydu onun için. Avının işi bitince kendisinin de işi bitiyordu. Pençesini kaldırmaya takati kalmıyordu. İşte tam o zaman yine bu çakal sürüsü… 

‘Ekselans’ dedi parlak tüylü iri çakal, ‘her şey ayarlandı, sadece tahta oturacak ve güneşin oğlu olduğunuzu herkese göstereceksiniz. Biz akla, hayale, rüyaya, yıldızlara ve güneşe sığan her şeyi biliyoruz. Başınızı sallamanız yeterli.’ Şehrin kapısından girmişlerdi. Aslan yelesindeki güneşi silkeledi. Karga yukarıdaydı. Maymun, aslan arabasına çoktan binmişti. 

YORUMLAR (7)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
7 Yorum