Havaalanı boşluğu
Hayatta ‘havaalanı boşluğu’ diyebileceğim bir alan var ki ismini başındaki hava kelimesinden değil, onu işleten zihniyetten alır. Böylece boşluk, insanı kendi oyununun çemberi içinde oradan oraya sürükler. Piyasa denilen renkli ve şekilli balonun görünmeyen ağızla şişirilmiş görüntüsüne bürünür. Kentlerin iyice şişip büyümediği, şehirler arası uçuşların bu denli artmadığı dönemlerde havaalanı uzakta, yerleşim yerinin hayli dışında kuruluyordu ve bundan dolayı kendisine özgü bir işletme mantığı vardı. Otobüs terminalleri, tren istasyonları, limanların ötesinde yepyeni bir ulaşım yöntemiydi uçakla yolculuk etmek. En azından diğerlerinin zamana bağlı uzun bir geçmişleri ve gelenekleri vardı. İnsanı yerden kaldırıp gök boşluğunda hareket ettiren ve en kısa sürede varacağı yere ulaştıran uçak mucizevi bir şeydi ve bu mucizenin bedeli yüksek olmalıydı. İlk kim hesap etti bu havaalanlarındaki fiyatlandırma yöntemini bilmiyoruz ama ticaretin razılık ilkesinden ziyade yolcunun mecburiyetine ve anlık çaresizliğine dayandığı açıktır. Sadece uçak biletleri için değil, ulaşım ve uçuş öncesi ihtiyaçlar için de yüksek bedellerin göze alınması fikri içerdiği öz itibariyle halen sorgulanmaya açıktır.
Zamanın karakteri teknolojinin yardımıyla hızla değişti ve şehirlerarası uçuşlar kadar ülkeler arası seyahatler de neredeyse sıradanlaştı. Firmalar arasında rekabet başladı. Özendirici hamleler birbirini izledi. Devletin yanı sıra özel şirketler işin içine girdi. Türkiye’de de son yirmi yılda uçak yolculuğunun yaygınlığını görmek için sayılara bakmak yeterli. Gerçi son yüksek fiyatlar sebebiyle orada da tuhaflıklar oluyor ama yine de göz korkutucu bir manzara yok. Uçmak insanlar için ilk tercih olmayı sürdürüyor.
Şekiller, yöntemler, alışkanlıklar, tercihler değişirken Türkiye’de bir durum hiç değişmedi. Bir tren istasyonu veya otobüs terminalinde dışarı çıkabilir, acil ihtiyaçlarınızı makul fiyatlarla görebilirsiniz. Fakat bir havaalanına vardığınızda sizi çevreleyen büyük boşluğun dışına çıkamazsınız. Sizi sindirmek için örülmüş muhteşem bir örümcek ağıdır o. Havaalanı atmosferi, mimarisi, uğultusu, çalışma biçimiyle değil ruhuyla da sizi hiçleştirir, hatta birer sınıf çizgisi oluşturur. Sadece zenginlerin ve tuzu kuruların keyifle kurulabileceği mekânlarda, havaalanı o büyük boşluğu, yani kendi kurduğu çaresizliği size satar. Dayatır. İhtiyaç anında ustalıkla boğazınızı sıkar.
Suya mı ihtiyaç duydunuz, bir fincan kahve mi çekti canınız, acıktınız mı, bir simit ve çayla oyalanmak mı istiyorsunuz? İşte daha bu sıradan ve makul ihtiyaçlarınızın ilk adımında havaalanı bileğinizi büker, cebiniz kadar varlığınıza göz diker. Der ki size, mecbursun, boğazın kurudu, birazdan yutkuna yutkuna helak olacaksın? Kahvenin kokusu uzaktan daha da seni saracak? Doymak için değil, açlığı yatıştırmak için el uzatacağım bir simit ve çay asıl şimdi gerçek değerine kavuştu. Gel, teslim ol. Bu boşluğun içinde yok ol. Bedeli yüksek ödenmiş mutluluğu tat!
Bırakalım dünyayı, Türkiye’nin herhangi bir şehrindeki herhangi bir havaalanındaki bu boşluk vandallığının makul bir açıklaması olamaz. Türkiye toplumunun büyük tepkisizliği ve organize olamama yeteneği sebebiyle de, havaalanını çekip çeviren akıl tek tek herkesi teslim alır, aman ne yapalım, bir kez suya bu parayı veriverelim deme noktasına getirir. Oysa burada o parayı verip verememekten daha önde duran insanın buna mahkûm edilmesidir. Suistimalin ekonomi adıyla normalleştirilmesidir.
Havalananlarından su, çay, simit benzeri yiyecek ve içeceklerin fiyatlamasının ekonomiden çok ahlakla ilgili olduğunu görmek hiç zor değil. Uçuş noktasına varmak için taksi tercihinde bulunmak gibi bir şey değil bu. Taksi dışında seçenekler var çünkü. Fakat, havaalanı boşluğunda insanın seçeneği yoksa ve bu bilerek kurgulanıyorsa düşünülmesi gereken başka şeydir. Uçuş sayıları ve imkânlarının artması yetmez. Fiyatlar, geçmişin seçkinci, sınıfsal ve buyurgan anlayışının hüküm sürmesidir. Yeni yeni binalar, parlak ışıklar, reklam panoları şeklin iktidarını teslim eder ve insan değerini yok sayar. Bu boşluk nedense bir muhteşem cam kubbe gibi hala yükselmekte ve kendi fanusu altında insanı yapay bir bitki gibi sulamayı sürdürmektedir.