Güneşle konuşmalar
Güneşin çağrısı gecikmedi. Sabah mahremliğinde iri bal rengi gagalı kuş haberi erken getirdi.
Fakat kendisini yine göremedik. ( Hiç görebilecek miydim?) Çok buğulu bir su yolundan ilerledim. Fundalıklar, iğde, katırtırnağı, erguvan, akasya, bahar papatyası, çaylak kuşu ve kırlangıç sesleri arasında yol aldım. Meçhulun sıcak yatağından uyanmak ve yüzümü bana geri sunacak sunak taşının başını bulacaktım. Çok sert kayalıklı arkaik taşlar arasından fışkıran sular düşlüyordum. Dünya ile soğumayan, her yudumda adeta beni esriten. Ve başım bir güneş gibi dikilecekti bedenimde. Kesif kaya ağaçları ile örülmüş keskin yamaçlarda, Frig Vadisi, Aizonai, Yazılıkaya, İvriz Kabartması, Karabük Kanyonları, ve çocukken güneşin ilk vurduğu Sivri’de sanki bir göz çakımı, kayan, oynaşan, korkudan öte merak, meraktan öte varoluş ağrısı sunan şekiller, güneş başları görmüştüm. Şimdi bu çağrıda, iri bal renkli kuşun hainlikle muziplik arasında salınan müjdesinde, aynı halleri hissediyordum. Saçaklı bir güneş başı bir yerde beni bekliyordu sanki. İlkel lakin ebedi bir baş. O olursam, bilecek, kurtulacaktım.
Her vakit gerçek hayalin dalını eğer ve zor, kolaylaşır. İşte, sabah güneşinin o saf ve yalın saltanatına yüzümü uzatmış, huşu ile savunmasızca, bekliyordum. Ne olacaksa olsundu. Kafiydi. Sanki, güneş ılık ve sessizce konuştu, yüzünün hangi yanından ‘göç’tüysen(sanki bilmiyor) ilkin o yanı uzat dedi. Uysal bir kuzu gibi döndüm. (Sunaklara da böyle uzanmıştı gözleri bağlı seçilmişler?) Belki İçimde meledim bile. Kudüs’te bir kilise kapısına işlenmiş ak kuzuyu hatırladım. Işık yüksek bir ahşap direk olup çıkmak istiyordu göğe. ( O, sırtını bir kuru ağaca dayadığında, sessizce ağlamıştı ağaç, kimse duymadan) Yine çocukluğumun geçtiği yerde, duvar örtülerinde zıplayan kuzuları düşündüm. O, güneş, can buldu, surete döndü, uzun parmaklı yumuşak elleri ile yüzümü sıvazladı. Oradan, tozla dokunmuş, ölgün deriyi ustaca çekti. Şimdi kan, deri, kemik ötesinde, ışıklı, beyaz ötesi bir boşluk oluştu. Ne ağrı, ne sızı, ne gerilme. Sinirleri temizlenmiş organ gibi öylece bekledi. Bekledi, bekledi.
Madde sustu.
Gözlerini yavaşça, dişlerini sıkmadan kapat, dedi. Eğer, huşu ile ve dünyanın bütün yük ve dikenlerinden sıyrılarak gözlerini kaparsan, renklerin rahmine inersin. Günlerdir yaptığın kaş göz kaldırma, diş sıkma, burun kıvırıp dudak oynatma, bitti. Yaşarken gördüğün bütün renk geçişleri burada, gözünü kapattığın yerde. İlkin o kuşun gagasına da ilham veren bal turuncusunu hissedeceksin. Keskin, düz, duyarsız, donuk bir renk değildi bu. Kıvamlı ve duru suya serpilmiş bir damla sürprizli doğal boya gibi mucizesini gösteriyordu renk. Sonra nar çiçeği kırmızısının doygun salınışı zuhur etti. Bir perde gibi değil de her an derinleşecek deniz gibi çekiyordu renkler. Bayrak kırmızısı ile elma pembesi, korkusuz kara ile çapkın yeşil, elma çiçeği beyazı ile portakal çiçeği durusu beyaz, şeftali koyusu ile kayısı sarısı, bir çocuk gülüşünün saltanatına oturmuş beni emziriyordu. Evet, yaşamın gelip kurulabileceği yegane zirve; bir çocuk gülüşü.
Bütün bunlar dedi, devamla, sakin, bütün bunlar aslında şundan. Görmeye odaklanan sadece gördüğünü sanır. Oysa görmek, gördüğünün olmadığını bilmektir. Yüzü, insanın kendisidir ama onun ötesidir. Sana zalim bir soru soruldu sadece. O girdiğin MR tabutu, çocuğu bulman içindi. Bana bakan da beni hep yukarıda görür. Kimse benim çocuk olduğumu hiç düşünmedi. Ben sığacak yer arasam hükümsüz. Parlak, yakıcı bir yuvarlak sanıyorlar. Oysa ben o değilim. Ben her şeyim. İsa’nın, her şey olmasını simgelemek için başının etrafına benden hale çizildi. Bütün peygamberlere bir şekilde uygulandı simgem. Çünkü insan, başıyla güneştir ama güneş gözününün içinde onun da içindedir. Yüzün bütün içlenişi güneş olmaya teşne. O da çocuk olmaya.
Şimdi oturduğum bu zamansız yerde bir anlığına gözlerimi açıyorum. Aslında her şey sandığımdan daha yalın artık. Güneşin altında güneşin içine girdim. Bak, iki sevimli köpek kumda oynaşıyorlar. ( bir tüfek namlusundan gözlerine saklanan sarı köpek yaşadı içinde hep.) Yukarıdan yine bir kumrunun inleyişi dökülüyor. Geride deniz. Bir de bahçe çatıldı lavanta ağacından. Gördüm. Yüzüm unutulacak kadar beni giyinmiş, sakin, teslim.