Dili dilden doğru düşünmek
Türkçe düşünmenin haznesi saydığım edebiyat ve yazı birikimini bir yanda tuttuğumda, günlük hayata ve onun aktörlerine yansıyan manzara, sorunun şiddetini artırıcı derecededir. Söz gelimi gerekli gereksiz her yerde karşımıza çıkan ve bugün düşünce adamı postuna bürünen politikacı ağzında aslında bulunması gereken düşünce ve diyalekt yüksekliği ne derece eksikse genel okur yazarın haznesi de o denli düşüktür. Çünkü dil bir düşünme bilinci değildir orada. Alışkanlıklarla örülmüş ses ve şekil döngüsüdür daha çok. Öyleyse bir bakış verisidir bu bir değer haznesi değil.
Dil düşüncesi bütün açıklığı ile en çok edebiyat içinde ve edebiyatla gerçekleşir. Tiyatro ( Türkçe’nin gittikçe uzak düştüğü tiyatro), deneme, şiir, roman, öykü gibi ana türlerde düşüncesini sürdürür dil. Bu bağlamda bir dilin, dilden canlı ve yaratıcı bir düşünce geliştirip geliştiremediğinin araştırılması gereken yer edebiyatıdır. Dilbilim, eleştiri, etimoloji, tarih, sosyoloji, felsefe, psikoloji vb disiplinlerle zenginleştirilmiş ve kendi yöntemini bulmuş bir düşünme eylemi karşılıksız kalmayacak hem olanı hem de olması gerekeni gösterebilecektir. Bugünkü ve elbette geçmiş edebiyatımızın talihsizliği böylesine çaplı çalışmaları gerçekleştirecek ve sürekliliği olan kişi ve kurumlardan mahrum olmasıdır. Değil dört başı mamur bir etimoloji sözlüğü herkesin üzerine anlaştığı bir lügatten mahrumdur dilimiz henüz.
Dili düşünmek aynı zamanda bir özgürlük meselesidir ve özgürlük kanunların ve toplum önyargılarının ötesinde tarihsel, felsefi, ontolojik bir meseledir. Kendiliğindenlik içermesi gerekir. O kendiliğindenlik olmadığı sürece kalıpların ortada dolaşması muhakkaktır. Bu bağlamda, biyografi türünün aydınlatıcı olduğunu düşünüyorum. Çünkü biyografi hem koyulduğu özne hem ona koyulan yazar hem de belgeler yönünden böyledir. Açıklık ister. Ve bizde Mevlana ve Yunus Emre’yi sahiplenmekte yarışanların hala birer yüz ağartıcı biyografi ortaya koyamamış olmaları sarsıcı değil midir? Dili düşünmeden bu mümkün olabilir mi?
Dili düşünmek, dilden düşünmek bütün ön kabul ve savunma duygularının uzağında soru sorma gücüne sahip olmaktır. Çünkü dil baştan sona her oluşuyla bir sorular yumağıdır. Dilin mucizesi bu sırrındadır. Birden bire bir çocuğun dilinde umulmadık kalıba dökülüveren dil, bir şairde başka, bir annede başka can bulur. Fakat, bu başkalıklar üzerinde sonsuzca düşünmeyen, günlük hayatının her anının dille mayalandığını göremeyen, bunun felsefesini yapamayan toplumlar, dili konuşma seslerine, gramer kitaplarına, tabelalara, gazete manşetlerine, sosyal medya şekillerine düşürürler. Dilin düşüşü de bir seviyedir ancak bir düşüş olarak.
Gittikçe daha çok bir varoluş değil bir yok oluş eğrisi çizen Türkçe’nin yaşam pratiği edebiyattan bağımsız düşünüldüğünde can sıkıcı durumdadır. Ne var ki edebiyatta sürenin nitelikli neliği konusunda söz söylemek için farklı farklı bağlamlara ihtiyaç vardır. Mesela Haldun Taner dilini bir geri dönüş miti diye algılama kıvraklığını yitirmiş insan topluluklarına, günlük gazete veya sosyal medya dilini, dil diye dayatmak, hele yukarıdan aşağıya şiddet şehvetine kapılmış bir toplulukta, iyiden tarihsel bir düşüş hali sayılmalıdır. Buradan çıkış, yine, dili, dilden düşünerek, onu düşleyişin altın çayırlığı yapan edebiyatla mümkündür.