Bir Soru İşareti Gibi Balkonda Oturan Adam
Bir romanın ilk cümlesi gibiydi o an her şey. Ya büyük bir başarısızlıkla son kelimesinde donup kalacak ya da coşkuyla uzayacaktı. ‘Bir soru işareti gibi balkonda oturan’ adam dedi, istemeden, mırıltı ile, kendi kendisine. Bunu daha önce hiç düşünmemişti. Gerçekten, o, yani adam, şu an, balkonda bir soru işareti olarak mı oturuyordu yoksa zihninde uyanan bir korku ya da şüphe bu forma mı bürünmüştü? Kendisine kalsa, bunu istemezdi. Noktasından başlayarak onu usulca siler, geride kalan kuyruksuz ters s kılıklı kalıntıyı da yine buradan, bu balkondan aşağıya üflerdi. Ama hayır, akşamın ilk ışıklarının altında, yan taraftan yükselen eğlenceli müziğe inat – kadınlı erkekli bir grup yarın dünya sona erecekmiş gibi fütursuzca eğlenmeye başlamıştı bu saatte, gecenin sonunu hayal etmek güçtü- bir ağırlık, bir üzüntü esintisi saçlarını yaladı. Daha, daha mı kısa olmalıydı yoksa bu saçlar? Birkaç kez dillendirilmiş istekte, vaktiyle su yürürken kesilmiş bir meşe fidanının acısı mı saklıydı? Sorsa, belki söylerdi. Söylerdi ama söylediği her şey sanki hiçbir şey söylemiyormuş duygusu veriyordu ona. Daha kuyunun dibine tam inilmemişti, sağdan soldan sızanlar, berrak ve heyecan verici de olsalar, dupduru bir parlaklıkla akmayı sürdürseler de böyle hissediyordu. Belki de, içinde uyanan bu soru, Kafka’nın böceği gibi katılaşıp omzuna bastıran soru bundandı. Adam bir soru işareti gibi balkonda oturuyordu.
O ona bakıyor, o da, yani adam, onun ona baktığının farkında olmadan (?) – yoksa hiç olmamış mıydı böyle bir adam -, bir soru işareti olarak balkonda oturuyordu. Bergman, bir alın kemiği olarak katılıyordu bu bakışa. Küçük balkona ustalıkla sığdırılmış yuvarlak masanın üstündeki kül tablasını fark etti. Bir umutsuz duman son hamleyle yukarı yükseliyordu. Söndürülmüş bir sigara olmalıydı. Adam sigara içmezdi. O da daha hiç sigara yakmamıştı. Birden ürperdi. Gerçeklikten kopuyor olabileceğini düşündü. Adam, yakılmış, ama hiç çekilmemiş bir sigara gibi dibine kadar uzun bir küle dönüşmüştü sanki. Eğer dedi, kendi kendine, bu kez mırıldanmadan, iç sesle, onun burada, bu balkonda, bir soru işareti gibi oturduğundan emin olursam, hain bir rüzgar esecek ve bu uzun külü, bir serçe parmağını andıran külü savurup atacak. Demek dedi, tekrar, kül de kemik sayılır. O kemiğe kalkıp dokunsam, belki sevsem onu, o parmaktan, yani külden, kemikten yeniden yaparım o soru işareti adamı. Ama bu, yokluğu kabul etmek anlamına gelmez miydi? Dışarıdan yüksek müzik sesiyle bir araba geçti. ‘Bir sabah bakacaksın ki bir tanem ben yokum…’ Kalkmak, o soru işaretini aşağıya itmek geçti içinden. Madem yokluk olacaktı. Madem…
Nereden, nereden çıkıp gelmişti bu soru işareti? Bu güzel ağacı bu sarmaşığa benzeyen soru işareti nasıl şevkle kaplamıştı? Çocukluğunda babası sıklıkla elinde bir testere arka bahçeye iner, o koyu yapraklı, o mini mini ayaklarla, döne dolana yukarı çıkan damarları keserdi. Bir gün neden böyle yaptığını sordu. Güldü babası. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Evet hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Şimdi bu soru işareti de öyle olabilir miydi? Gördüğü bir soru işareti değil de aslında birazdan dünyanın en güzel sevgi cümlesine dönüşecek bir arayış anının kaotizmi, nebula hali olabilir miydi? Eğer öyle ise sakince inip kalkan bu göğüs, dünyaya ne olduğunu bildiren bu alaycı gülümsemeler ne oluyordu? Ona, adam, her şeyin aslında farkında olduğunu ifade etmek istercesine daha bir soru olsun diye, omuzlarını kamburlaştırarak cevap mı vermek istiyordu. Hayat dedi, bu kez, mırıltıyla, bazen uzun süre tutulmuş bir nefes gibi, vermek ve rahatlamak istiyorsun. Şimdi, o soru işareti, uzun süre ciğerlerinde tutulmuş bir soru işaretiydi. Bırakmak ve rahatlamak istiyordu.
O an, dünyadaki bütün ışıklar kısılmış, şekiller, eşyalar, hareketler donmuş, sadece bu balkon görünür olmuştu. Onun yüzünde ve gözlerinin içinde olup bitiyordu her şey. Dünya bir uçurumun veya uzun sürmüş fırtınalı bir deniz yolculuğun sonundaki kara burnu uzantısı gibi buraya toplanmıştı. Neye inanırsa o olacaktı. İki elini tekrar başına götürdü. Saçları, onunki kadar kısaydı bu kez. Gözlerini yumdu. Deminki araba tekrar mı geçiyordu? ‘Dünyayı sana bırakıyorum bir tanem’. Gözlerini açtı. Balkonda kimse yoktu. Balkon bile yoktu. Soru işareti? Görebildiniz mi?