Bir şairin parçaları
Şair her yeni eserinde sanki canından bir parça koparır ve kendisini tamamlamaya koyulur. Henüz ömrünün ne kadar süreceğini ve ne kadar daha şiir yazacağını bilmemektedir. Yaratıcılığın verimi ile ömrün sürekliliği arasında doğrudan bir bağlantı yoktur. Eser vermek için sağlık şartlarının dışında başka başka yaşantı örgülerinin oluşması beklenir. Şair her zaman kendi verim kanununa adaydır. İster ki, duyuşu / duyarlıkları körelmesin, yenilik tutkusu eskimesin. Gün gelip de eserini aşağı yukarı tamamladığında, (yazmak, bitmez bir açıklıktır çünkü) kendi parçalarını ve her parçanın bütünlük içindeki ayrışmalarını da görecektir.
Bir şairin sağlığında bütün kitaplarını bir arada görme isteği olabilir. Kendisi de, kendi sütununa yaslanmayı düşleyebilir. Ne var ki, şair yine tek tek her bir parçasıyla yaşamak ve okurla o yolla kucaklaşmak ister. Her parça aynı zamanda bütündür ve bağımsızdır sonuçta. Okur yönünden de tercih edilir bu tekli parçalanmadır bu. Ayrı ayrı kitaplar arasından dilediğini seçer ve arzu ederse parçaları kendisine göre tamamlar. Böylelikle belki de şairi yeniden icat eder. Okura bu imkanı, özgürlüğü sunmak gerekir.
***
Yapı Kredi Yayınları, Cemal Süreya’nın toplu şiirleri yanında, parça parça kitaplarını da yayınlıyor. Son olarak ‘Beni öp sonra doğur beni’ tekrar basıldı. İlk kez 1973’te, Cevat Çapan yönetimindeki e yayınları tarafından, birinci hamur kağıda ve 118 sayfa basılan, ‘beni öp sonra doğur beni’ parça tesirini hala devam ettiriyor. Hem tek başına Cemal Süreya şiiri içindeki radyoaktivitesini, hem de şiirimizdeki varlığını yaşatıyor. Böylelikle, şiirimizin parça parça kuruluşu yanında, şairin canından kopan ve ‘hayatına dahil olan’ parçaları da görüyoruz.
1965’te ilk kez ‘de yayınevi’ tarafından basılan Göçebe’den sekiz yıl sonra, Cemal Süreya şiirinin daha dışarıya çıktığını, başını, insan kadar, toplumsal tarihin canlı konularına uzattığını gözlemliyoruz. Baştan beri süregelen, naif, kıvrak, humour yüklü dil, tarih gibi köklü besinlerle donanarak saçaklanıyor. Kent, soyut olduğu kadar ‘mutlu İstanbul kadınının erkeğinin yüzünü’ alması gibi, mermerimsi buluşlara kavuşuyor. Bu kitapla birlikte, Süreya’nın toplum içindeki insanı anlamak / anlamlandırmak adına yeni yöntemler geliştirdiğini hissediyoruz. Bugünde süren dünü, şiir zekasıyla yakaladığını duyuyoruz. ‘Fenikeleşememek’ benzeri yorumlarına şapka çıkarıyoruz.
***
Kitabın şiirimize armağan ettiği temel parçalardan birisi de ‘Yunus Ki Süt Dişleriydi Türkçenin…’ şiiridir. Kültürü böylelikle gelenekçi düşüncenin tekelinden sıyırır ve yeni bir siper, cenah, saf, ideoloji seçmeden, tam da saf şiirin hizasına çeker.
O güne değin alışılmış şekilde sağ, muhafazakar şair ve yazarların bölük pörçük eserlerine taşıdıkları kişi, eser ve kavramları, belki de kendisi de farkında olmadan süt saflığına geri kazandırır. Yunus, Aşık Paşa, Emir Sultan, Aşık Garip, Köroğlu, Pir Sultan, Kadı Burhaneddin, Kazak Abdal, Gülşehri ve elbette ‘ Çekidüzeni unutulmaz Süleyman Çelebi’ bir bir yerlerini alırlar. Diyeceğim, bir düşünce tarihi yazılacak olsa, ona giriş olarak konulması gereken temel metinler değerindedir. Bir şairin Türkçe’den nasıl geçip, parça parça kurulduğunun anıtıdır.
‘Bir şairin her kitabı, bir şekilde bizi ilk şiirlerine geri götürür’ diye özetleyebileceğim bir cümlesi var Cemal Süreya’nın. Bu kitapta ilk şiirlere dönük sık bir nazar olduğunu söylemek zor olur belki ama, sonradan gelecek ‘Sıcak Nal ve Güz Bitigi’ kitaplarını sezmek mümkün. Bir bakıma, kendi şiirinin geleceğini de görmüş bir kitaptır ‘beni öp sonra doğur beni’
***
Sadece kendilerini öngörmez elbette şairler. Toplum da yerini alır bir şekilde onların sezilerinde. İlhan Berk tarafından altı çizilen ‘Onlar İçin Münibüs Şarkısı’nın sosyolojik altyapısı ve gözlem gücü unutulur gibi değil. Öte yandan Düello şiirinin son mısralarını okuduğumuzda ise insan tekinin çağdaş çıkmazını bir kez daha derinden duyarız.
‘Daha da acısı
Kılıcın elinde
Alnında bir tutam güneş
Kalakalıyorsun ortada’