Bir dili güzel kullanma meselesi…
Hakiki şeftali kalmadığı sofradan eksildiği sürece onu düzgün telaffuz etmenin ve doğru harflerle yazmanın bir kıymeti kalmaz. Gerçek tadına hiç varmadığınız, kokusunu duymadığınız bir meyve ismidir bu haliyle. Dil de canlı varlık olarak gücünü ve tadını yaşanılan hayattan alır. Sokak, düşünce ve sanat dünyası, folklor, yemek, oyunlar, argo hasılı yaşamın maddi ve manevi her köşesi ne denli canlı ise o kadar zenginleşecektir dil. Ahmet Rasim’in unutulmaz İstanbul’un Sokak Sesleri yazısı gibi, her ses aslında içerdiği hayatiyetle varlık bulur. Şehir tam da bu bağlamda farklı dil, din, kültür, hayat ve hayal alemlerinin buluşma yeri olduğu için kültüre kaynaklık eder. Nicedir şehri (en başta İstanbul) kaybetmiş bir dilin dönüp dolaşıp yumaklanacağı konu doğru ve düzgün kullanılıp kullanılmama tartışmasıdır. Gramere uygunluktur aslında bütün dert ve sonuçta gramer de her tür tartışmaya açık teknik bir göstergedir. Dilin güzelliği gramere uygun yazıp konuşmakta değil hayatla bağdaşmaktadır. ‘Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır’ diyen türkü, bir kelime değil ünlem olan ‘of’un üstüne, Nuh’un gemisi misali oturur. Şimdi düşünün bakalım buradaki ‘of’ hangi gramer kuralıyla tam karşılığıyla yazılabilir? Ünlem koymak onu kurtarır mı?
Devlet ve onun aparatları ikide bir ödül törenleri düzenleyerek birilerine güzel ve doğru Türkçe ödülü dağıtıp durur bizde. Kültür ve Turizm bakanı da boy gösterir böyle toplantılarda. Oysa bir kez aynanın karşısına geçip de kültür ve turizm kelimelerinin aslı üzerine düşünebilse insanlar içinde bulunduğumuz çarpıcı gerçeklik daha net anlaşılacaktır. Eğer bir dil kendisini açığa çıkarıp yaşatacak şehirlerini kaybetmiş ve büyük bir tekdüzelik dalgasının altında kalmaktan kurtulamamışsa dönüp bakacağı yer, tabela yazıları, radyo ve televizyon programları, değil dilin yaratıcılığının sürdüğü kültür, sanat ve düşünce dünyası olmalıdır. O dilde ne kadar özgün ve özgür sanat ve düşünce yaratılıyor ona bakmaktır. Dili sahiplenmek özgür düşünce ve sanatın önünü açmakla olur.
Dil öğrenilebilir ama yaşanılabilmesi için daha ötesi gerekir. Kanunlar, yasaklar, ödüller bir dili koruyup geliştirmez. Dil edebiyat, felsefe, şiir, tiyatro gibi disiplinlerin yaratıcılık derecesi ile canlanır, güzelleşir, açılır ve bu değerler o dili yaşayan insanlar tarafından emanet alındığında döngü tamamlanır. Mesela son yıllarda neden özgün tiyatro eseri yazılmıyor sorusunu ciddiyetle soran bir toplum dilini güzel kullanmanın gerçek derdi içindedir. Tiyatro deyip geçilemez, İngilizce nasıl Shakespeare ise Almanca da o kadar Bertolt Brecht’tir mesela. Şairler, romancılar, öykücüler, tiyatrocular sadece bir olayı, durumu anlatmazlar. Dili ilerletirken güzelleştirirler. Bu süreçte bağlı oldukları yasalar yaratıcılığın kanunlarıdır. Dil bilgisi, gramer kuralları değil. Yoksa Ece Ayhan nasıl çıkar, Sabri Esat Siyavuşgil, Edmond Rostand’ı adeta nasıl yaratırdı Cyrano de Bergerag’da. ‘Hımbıl bayağ serseri çulpa küstah avanak/ bendeniz de Savinien Cyrano de Bergerag’ unutulur mu bu mini fakat muhteşem yaratış?
Başlangıçta dil okuyarak değil duyularak öğrenilir. Dilin sese dayalı öğrenimi , sesin çıktığı mecraya göre renklenir. Fakat dil asıl ve yaratıcı karşılığını yazıda bulur. Daha doğrusu, yazı, kalıcı olanı hem kaydeder hem de yaratır. Refik Halit Karay’ın Gurbet ve Memleket hikayelerinde yaptığı budur. Günümüzde sosyal medya ve görselliğe bağlı iletişim alanları dilin derinliğini alabildiğine sığlaştırıyorlar. Teknoloji odaklı küresel kültür her şeyi basite ve hıza indirgiyor. Düşünmeden insanı tüketmeye yönlendiren bir görsel dil var. Onun karşısında durmak ve çözüm üretmek de o kadar kolay değil.
Dilin bir kendilik hakkı meselesi olduğunu farklı yollarla ve döne döne anlatmak gerekiyor insanlara. Başta üniversite öncesi eğitim sürecinde çocuklara ve gençlere şeftalinin tadı gibi konuştukları dilin de bir tadı olduğunu seçkin edebiyat metinlerinden, fakat en güncel olanlardan yola çıkarak anlatmak gerekiyor. Bir dilin doğru ve güzel kullanımının genele uygunlukta değil her insanın parmak izi gibi kendi tavrında düğümlendiğini hissettirmek için çaba harcamak da cabası. Hasılı dil sevgisi bir korumacılık değil yaratıcılık meselesidir.