Bir çürük elma hikâyesi
Baharda pembe beyazı bir deniz gibi dalgalanan elma ağaçları çocuğun zihninden hiç silinmedi. Aslında bir adım gerisi vardı bu görüntünün. Çıplak ağaçlar kışın sonuna doğru gövdelerinden yarıya kadar göktaş denilen bir ilaçla donatılıyor, uçsuz bozkırda yürüyen binlerce adam görüntüsü oluşuyordu. Bir de bu çiçeklerin kokusu vardı ve onlara üşüşen arıların vızıltısı. Ses ve koku görüntünün iktidarını alaşağı ediyor olmasa bile ustalıkla saklıyordu. Çürük elma kokusu da öyleydi. Kimse elmanın çürümesini istemezdi ama hayat döngüsünde o bir dikkat efekti gibi hep çalışırdı. Bir sınır ve ölçü çizgisiydi. Çiçek ile çağla, elma ile çürük arasında gerilirdi çokça zaman.
Anlatılanlar kadar görülenler, duyulanlar kadar hatırlananlar, gerçekler kadar düşler kuruyordu sonuçta şu hayatı. Eğer varsa bir düşünme işte o da buna bağlıydı. Ve hayatla yoğrulmayan düşünce, kitaplarda kalmaya mahkumdu. Bir tek çürük elmanın da dönüp dolaşıp kendisini güncellemesi olup bitenlere ışık tutması da bundandı. Bir tek elmanın bir sandık elmayı çürütme ihtimalindeki süreklilik görüntünün kendisi değildi. Kaçınılmaz olarak herşey çürüyordu. Ayrıca dikkatle bakıldığında çürümenin bile bir estetiği vardı. Ama mesele bu değildi şimdi. Sesin, görüntü ve yaşantı ile ele ele vermesi topraktaki tohum gibi yeşermesiydi. Yeşeren neydi? Ona anlam katan kimdi?
Çürümüş bir tek elmayı ne yapıp diğer elmalardan uzak tutmalıydınız mesela. Elma da tıpkı insan gibi nazikti. Sert ve alımlı görünüşüne rağmen düşünce yaralanıyor, yelden etkileniyor, soğukta üşüyordu. Yine tıpkı insan gibi elma da yaralanmaktan çürümekten kurtulamıyordu. Doğuş ve yokoluş döngüsü birbirine değmeden yan yana çalışan çarklar gibi gıcırdıyor, zamanın büyük değirmenini çalıştırıyordu. Öyleyse bütün mesele çürümeyi sezip bilmek sonra da gerekeni yapmaktı. Çürüme durdurulamıyorsa ne yapılabilirdi?
Hele iltimasla, görmezden gelmekle, şüpheye düşmekle önüne geçilemezdi çürümenin. Tecrübe kadar gerçeklik duygusu ve bunu destekleyen fedakarlık olmadığı zaman bereli, çürük elma el çabukluğu ile sandığa konuluyor sonra da üstü kapatılıyordu. Vakit faresi için bundan güzel bir oyun olamazdı. Bereli kısım havanın da etkisi ile benek benek büyüyecek, bir çürük halkası olduktan sonra yanındaki elmaya dokunacak, yanındaki elma bu dokunuşla kendisinden geçecek sonra da yanındakine sarılacaktı. Bu milyonlarca yıldır tekrarlanan bir olguydu. İnsana bir bilgi olarak geçişi yıllar yıllar almıştı. Fakat öğrenmişti sonunda. Baharda çiçeğe duran ağacın meyvesini koruyamayan ağacı da koruyamayacak günü gelince onu da topraktan söküp atacaktı. İnsanın kaderi elmanın kaderine bağlı mıydı?
Çocuk bunları düşünürdü. Çocukluğun ayağa batan diri çakılları arasında inadına dolaşırken taze biçilmiş elma sandığı tahtalarının kokusunu içine çeker, bir dedenin kartal gözü çevikliği ile elmalarını koruma endişesini hatırlardı. Bazen ince bir çakının açılışını duyar, mini çürüğün özenle oyuluşunu ve kendisine uzatılan bir iri dilim elmanın tadına gömülürdü. Dilinin ucuna gelen ezik çürük tadını da unutmazdı. Her şeye rağmen çekiciydi bu tat da. Ama işte o kadar. Dede, çocuğun merakı gitsin, çürüğün oyununa düşmesin, hayatında da aynısını yapsın isterdi belki. Belki…
Belki ama çocuğun yazgısı hayatın kanunundan ayrı düşünülemezdi. Ne elmalar eksik oluyordu ne de çürükler. Belki, sandık toplum, elma kendisiydi, belki, çürümenin hızı böyle artıyor, elma plastikleşip tadını yitiriyordu. Ne var ki bilgi de tohum gibiydi. Nereye saçılıp nerede yeşereceği kestirilemiyordu.
Bir yoruma göre Adem ile Havva’nın paylaştıkları yasak meyve elmaydı ve bu yüzden elma güzellik ile ilahiyatın arasında kaldı. Paris, mitolojide en güzel olana elma sunarken resmedilmedi sadece. Mitoloji elma ile güzellik arasında da bir kıskançlık öyküsü yarattı. Çocuk, o yaşta, Dede Korkut’daki elma yanağı, Hızır’ın murat dağıtmasını, kızıl elma ülküsünü, Kafka’nın bir babanın sırtına kondurduğu çürük elmayı ve daha nice kültürel karşılığı bilemezdi ama sonradan her duygu aşama aşama büyüdü, bir ağaç gibi köklendi, dal budak saldı içinde. Şimdi onu, insanı ve hayatı anlamlandırmanın bir sembolü yapması da ondandı. Çünkü başlangıçta elma vardı. Soru, gelecekte de olacak mıydı?