Bazı çok iyi adamların çok kötü yakınları…
'Tamam, doğru olabilir söylediklerin, ama o öyle değil. O adam, o ülke, o marka yanlış biliniyor. Kasıtlı olarak böyle söyleniyor. İşin aslı başka.’
‘Nedir işin aslı, görülenler değil mi?’ diye sorulduğunda tekrar başa dönülüyor, hiç ilerlenmeyecek bir taşlıkta kuyu açma eylemi sürdürülüyor. Çünkü o yerinden edilemeyen, özgür düşüncenin ulaşamayacağı kutsama duvarı çoktan örülmüş oluyor.
Kutsamak çünkü eski bir hastalıktır. Bir kere kutsanan her türlü eksikten, kusur ve kötülükten uzak sayılır. Böylece, duygu üstüne duygu, korku üstüne korku hesap üstüne hesap yapılır. Düşünseler mesela, kutsanan iyilik kadar kötülüğün de kaynağı olabilir mi? Bir kere akıl yürütseler her şeyde kusursuz olanın bir kez kusuru görülse ne olurdu? Kainatta her şey zıddıyla var olduğuna göre, kutsal da kendi zıddını kendiliğinden doğurmaz mı? Öyleyse bir tuhaflık, bir sakatlık yok mu insanın bu kutsama eyleminde? Sonunda kutsal, kutlu kabul edilenin değil, kutsal ilan edenin bir icadı değil mi?
Hayır hayır, bir kere kutsala ihtiyaç duymuştur ya insan, sonuna kadar onu götürecek, kutsalı o kalıptan bu kalıba sokacak, alıp satacak, gezdirip gösterecek, yüceltip parlatacaktır. Anlamaya çalışsa, her tür kutsayışın aslında bir anlama eylemi olduğunu görse, anlamın kapanamayacağının farkına varsa bu hastalığından vaz geçecek. Asla asla, buna izin verilmeyecek. Kutsal üzerine, onun doğası hakkında düşünen taşlanıp lanetlenecek.
Tek başına kaldığında, bireyin bir kendisine özgü eylemi olduğunda , sağaltıcı tarafı da olabilir bir süreliğine kutsallaştırmaların. Hatta insanın renkten renge biçimden biçime dönüşen kutsamalarının temelinde de biraz kendisini sevmesi vardır. İçinde kabaran aşkı duvara aksettirmenin ateşiyle tutuşmayan bir ressamın renkleri solacaktır zamanla. Bu ateşi biraz ileri götürüp de kutsayan, olduğundan daha yüksek bir yere koyan ve bunun için gecesini gündüzüne katan ressam, duvarda sadece ölümsüz bir desen bırakmayacak, insanlığın kalıcı izlerinden birini de sergileyecektir. Bir anlam ve anlama olduğu kadar anlatma yumağı içindedir çünkü o. Fakat geriden gelen birisi ondaki bu ruhu çözmek yerine kutsamaya yöneldiğinde, hem kendi ilerleyişinin önünü kapatacak hem de duvardaki resme haksızlık edecektir. Niçin yapar geriden gelen bunu? Geride kalma korkusundan mı? Başka, bambaşka, ilmek ilmek güç ve iktidar düğümleri mi saklıdır bu tutumda?
Kişiler, krallar, hükümdarlar, babalar, hocalar, liderler, başkanlar, patronlar onlar ya onlar niçin kutsanır? Kutsiyetlerini kendi kendilerine mi ilan ederler yoksa doğuştan mı bu vasfa sahiptirler? Din ve töre ile desteklenip, güncel propaganda aletleriyle beslenerek kut üstüne kut mu kuşanır bu kişiler? Bir kere kutsandıktan, bu hale, bu zırh, bu çelik çember, bu duygu ve düşünce duvarı örüldükten sonra hangi söz onları gerçek konumlarına döndürebilir? Kalabalığın, kitlenin, çoğunluğun, çevrenin elbirliği ile bu kutsamayı onaylamasının gerisinde yatan antropolojik rahatsızlık nedir acaba? Niçin kitleler kutsalı kademe kademe gökten yere doğru indirirler? Yaşatma adı altında bir tür öldürme ritüeli değil mi bu? Kutsamak, hayattan çekip almak olmuyor mu? Hayattan çekip alınandan, kalıptan, iskeletten, şekilden, imajdan, boyadan başka ne kalır?
Kutsamanın kafesi çatılıp da çorabı o başa örüldü mü, kutsanan güç kullanmaya başlayıp da etraf toz duman kaplayınca, çevreden gelecek sözlere karşı da setler çekilir. Şöyle derler, ‘aslında o çok iyi ama etrafındakiler kötü!’. ‘Bütün bu olup bitenlerden onun haberi yok. Kimse ona gerçeği söylemiyor.’ Haddi hesabı yoktur bu sözlerin. Nihayeti de yoktur. Onun her adımında bir hikmet her bakışında bir gizem her sözünde ileriyi işaret eden bir ima mutlaka vardır. O merhametli, adil, çalışkan, anlayışlı, yüksek kültürlü, düşünceli, inançlı, sabırlı hasılı her şeydir. Onun hakkında bir söz edilirken bu hal göz önünde bulundurulmalı, onun kutsiyetini karalama, gölgeleme derdine düşen, muhteris, çıkarcı, kötü niyetli, yeteneksiz güruha aldırmamalıdır. Her türlü kötü niyetten arınıp onun yolundan gitmelidir. Kutsal kötü olamaz. Çünkü olamaz. Olamaz işte. ‘Seçilmiştir’ çünkü.
Şöyle sorsanız, sakince, tane tane konuşsanız. Bu kadar bilen, her şeye gücü yeten, nasıl olur da etrafındakileri bilmez, göremez. Olup bitenlerden habersiz olur? Hatta hatta değil onayı bilgisi bile olmadan bahçesindeki kuşlar nasıl olur da böyle musiki edasıyla şakıyıp durur? Yorulmayın hiçbir karşılığı olmayacaktır bu soruların. Siz gönül gözü kapalı, başka etkilerin hatta hesapların, kıskançlık ve iş bilmezliklerin içinde yuvarlandığınız için bu gökten yere kadar her tür iyilik, yetenek, özel yeti, ‘seçilmişlik’ ve insanüstü vasıflarda donanmış çok iyi kişiyi kabul edemiyorsunuzdur. Elması dökülen ağacı rüzgardan dolayı suçlayacağınıza ağacı suçluyorsunuzdur. Hatta dökülen elma bile yoktur. ‘O öyle değildir.