Adonis İstanbul’da yaşasaydı!

Jön Türkler başta olmak üzere aydınların biraz olsun özgürce nefes alıp vermek, korkmadan yazıp çizebilmek için Batı’ya neden gitmek istedikleri üzerinde kafa yormak istemedi devrin Osmanlı yöneticileri.

Hele 2. Abdülhamit’in bütün iyi niyetli reform girişimlerine rağmen 33 yıl süren karanlık dönemi buna hiç yeltenmedi. Ürettikleri vatan ve ihanet kavramlarıyla da haklı haksız demeden herkesi mahkum etmeye yeltendiler. Oysa imparatorluk ve onun kalbi İstanbul, hep bir çekim merkezi idi geçmişte ve birkaç istisna hariç kültür ve sanat adamları orada varlık bulmuştu. Şair, alim, sanatkar, seyyah, maceraperest, tüccar, casus, düşünür her meşrepten insanın olmak istediği yerdi İstanbul. Fatih en başta fethettiği şehrin çok kültürlü ve çok katmanlı yapısını ihya etmek için çok gayret göstermişti.. Roma’nın mirasçılığı sadece siyasi ve askeri güç değil kültürel duyarlık da gerektiriyordu çünkü. 19. yy ortalarına kadar bu vasfını sürdüren İstanbul, aşama aşama kuraklaştı, 1950’den sonra da çevreden merkeze doğru kuşatıldı sonra da bugünkü kaotik yapısına kavuştu. Merkez olma vasfı yoktu artık özellikle kültürel bakımdan.

Mehmet Hakkı Suçin’in çevirdiği Yedi Askı Şiirleri’ni okurken, Adonis imzalı ‘Cahiliye Şiirini Okumak’ başlıklı metin üzerine düşünürken zihnimde bir soru can buluverdi: Adonis İstanbulda yaşasaydı ne olurdu? Sonra da kendi kendime mırıldandım, Adonis niçin İstanbul’da yaşamıyor? Hatta, Adonis, İstanbul’da yaşayabilir miydi? Efsanevi Mimesis kitabının yazarı Erich Auerbach, sığındığı İstanbul’da, Galata Köprüsü üzerinde gözlemlediği insan çeşitliliğine dikkat çeker bir yerde. İstanbul’un çekim gücü kadar her ırk, inanç ve kültürden entelektüele kucak açabilme kabiliyetini vurgular. Benzer bir ima Alberto Manguel’de de vardır. Dedesinin yolu bir şekilde buradan geçmiştir. Güvenli olmayan hiçbir limana uğramaz sonuçta yolcular. Nitekim geçmişteki tartışmaların şiddeti ne olursa olsun, Adonis veya Amin Malouf gibi yazar, şairlerin İstanbul’a değil de Paris’e sığınması üzerine düşünmek gerekir. İstanbul, sonuçta onların da şehridir.

Mehmet Hakkı Suçin, ilk kez bize ‘cahiliye’ şiirinin dünyasını yansıtmakla kalmıyor Adonis sayesinde bu şiirin poetik derinliğini de gösteriyor. Bizde önceden yapılmış tercümleri ( çoğu nesir şeklinde) saygıyla anıyor Suçin. Ancak belki de ilk kez, önyargılardan arınarak bir şiirin net dünyasını görebiliyoruz. Adonis İstanbul’da yaşasaydı diye içimden bir soru yürürken, İstanbul’a duyduğum saygıyı da dile getiriyorum. Öyle bir hayat stratejisi geliştirmeli ki bu şehir, Adonis’ i kitaptan değil gözlerinden ve sesinden de okuyabilmeliyiz. Sadece Adonis değil dünyanın her yerinden kültür ve sanat insanlarının sığınağı olabilmeli İstanbul. Sosyal ve kültürel ortam onlara her bakımdan yaşama imkanı sunabilmeli. Onların ürettiği artı değer aramıza, vatan, millet, kahramanlık, ihanet gibi ‘türetilmiş’ kavramların ötesinde alanlar açabilmeli. Şair, yazar, ressam, sanatçı, düşünür, aktivist, politikacı her meşrepten insan yönünü İstanbul’a çevirmeli.

Yaklaşık yüz elli yıl önce bir yolunu bulup İstanbul’dan çıkmaya çalışan aydınların hedefi tıpkı burada kalıp da ülkeyi ayakta tutmaya çalışanlar gibi elbette ‘ülkeyi kurtarmaktı’. Hedefte değil yöntemde ayrışıyorlardı ama iktidar olan kendisine muhalif gördüğünü ötekileştirip lanetlemekte gecikmiyordu. 46 yıl sürmüş Kanuni rejimi ile 33 yıl yaşamış 2. Abdülhamit yönetimi acaba hepten sorunsuz muydu mesela? Yoksa, uzun sürmenin diyalektiği ister istemez bir takım çıkmazları yaratmıyor muydu? Bir ülkenin çıkışı tıpkı bir şehrin yükselişi gibi açıklığına ve çok yönlü özgüvenine bağlı olamaz mıydı? Suriye, Lübnan, Cezayir, Tunus, Mısır, Özbekistan, Balkanlar, Bosna, Kırım, İran’ dan gelecek entelektüeller dünyamızı daha da genişletmez miydi? Kültürel tarihin geçmişini bu gözle bir okuyalım bakalım, karşılaştığımız manzara ne olacak?

Yedi Askı Şiirleri’nin poetik dünyasını tartışırken ‘ Cahiliye döneminin tarihini yazanlar, dönemin sanatının sadece şiir olduğunu ve şiirin Cahiliye Arap yaratıcılığının yegane ifade aracı olduğunu ifade etmişlerdir’ ifadesinin peşinden şöyle bir değerlendirme yapar Adonis: ‘ Cahiliye insanı yontuculuk, resim, müzik ya da mimari gibi başka sanat dalları olmadan bu büyük şiiri nasıl yaratabilir?’. Öyleyse şöyle soralım bu şehir ve onun kültürünü ölümsüzleştirmiş iki şahsiyeti ‘Osmanlı Şehnamecisi’ ve ‘kırtıpil’ diye düğümleyip atan bir zihniyet, Adonis ve onun temsil ettiği çoğulluğa da hayat hakkı tanımazdı değil mi? Ve bir şehri ve onun şiirini düşünmek sadece belediyecilik işi sayılmamalı. Adonis sadece bir örnek. Bir de burada yaşamaya çalışanlar var,

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum