Yapısal Reformlar
Son dönemlerde en çok duyduğumuz kavram herhalde bu; yapısal reformlar… Ekonomiye dair hemen hemen tüm yorum ve söyleşilerde konu bu kavrama geliyor. Sürekli kullanıla kullanıla adeta slogana dönüşmüş olan bu kavramı hem içerik hem de Türkiye için ne ifade ettiği açısından kısaca inceleyelim.
Yapısal reformlar ekonominin kalıcı bir şekilde düzeltilmesi ve kırılganlığına son verilmesi için yapılması gereken temel reformlardır. Türkiye’de sürekli gördüğümüz pansuman tedbirlerin tam zıddıdır yani. Ve bu reformlar sadece ekonomi ile de sınırlı değildir, siyasi, sosyal hatta eğitim ile ilgili olanları da mevcuttur ve hepsi bir bütündür.
Bu reformların her biri başlı başına bir makale hatta kitap konusu olacağı için burada ayrıntılı bir şekilde bahsetmek mümkün değil ancak kısa bir değerlendirme ile okuyucularımıza bir fikir verebiliriz.
Bu reformların en önemlisi siyasi reformlardır. Gerekirse yeni bir anayasa ile Türkiye hukukun üstünlüğü, şeffaflık, hızlı ve adil bir yargı sistemi ve uluslararası hukuka uygun tüm düzenlemeleri yapmalıdır. Kuvvetler ayrılığı, adil bir seçim sistemi, adaletin ve devlet kurumlarının tarafsızlığı tesis edilmelidir.
Bu, bizce en kritik aşamadır. Zira ülkemizin yakın tarihi göstermiştir ki demokrasi ve hukuk düzeltilmeden yapılan ekonomik reformların etkisi en fazla 10 yıl sürmekte sonra yine kriz kapıyı çalmaktadır.
Eğitim ve sosyal alanlarda ise eğitim sisteminin düzeltilmesi, sorgulayan, düşünen ve en önemlisi itiraz eden bireyler yetişmesine çalışılmalıdır. Üniversite çağında eğitim tamamen uluslararası normlarda olmalı, girişimci, faal ve sosyal yanı kuvvetli bir gençlik hedeflenmelidir.
Yukarıda da dediğimiz gibi tüm bunları yazmak kolay, yapmak zor; farkındayız. Ama dillere pelesenk olmuş yapısal reform kavramının ne kadar ciddi ne kadar ağır ama ne kadar da gerekli bir ameliyat olduğunu bu şekilde görebiliriz.
Gelelim işin ekonomi ayağına… burada en önemli ayağı Türkiye’nin en kronik sorunu olan büyümenin ithalata dayalı olması ve cari açık, dış borca olan bağımlılık, enerji faturasının yüksekliği ve döviz bazlı olması, bazı bütçe gelirlerinin konjonktüre ilintili olması, Merkez Bankası’nın tarafsızlığı hem özel sektör hem de kamu teşebbüslerinin mali tablolarının gerçeklilikten uzak olması vs. Tüm bunlara başka maddeler de eklenip çıkarılabilir. Ama yapılması gerekenler kabaca bu şekildedir.
Prof. Dr. Osman Altuğ hocamızın yıllardır dile getirdiği kayıt dışı ekonomi ile mücadele, ekonominin hamiline yazılı olmaktan çıkarılıp nama yazılı hale getirilmesi, herkesin vergi mükellefi yapılıp, her harcamanın vergi matrahına konu olabilmesi de diğer başka önemli konular.
Hiç kuşkusuz bunlar Türkiye için öngördüklerimiz. Çünkü her ülkenin ekonomisi ve şartları farklıdır. Meşhur bir örnek vardır. Türkiye, Japonya ve ABD’de halka para dağıtmışlar. Türkiye’de insanlar ya dolar almışlar ya da parayı harcamışlar, Japonlar tasarruf hesaplarına yatırmış, Amerikalılar ise hisse senedi almış. Tabii ki bu işin şakası ama toplumların ve ülkelerin farklılıklarını güzel anlatıyor.
Dolayısı ile bu yapısal reformlar konusunda yabancı kaynaklara ya da onlardan çeviri, esinlenme olan yorumlara çok da itibar etmemek gerekir.
Aynı ülkede zaman zaman baş gösteren krizler, sıkıntılar bile farklı etmenlerden kök alıyor olabilir. Mesela Türkiye’de 2001 krizi bir bankacılık krizi iken son bir iki senedir yaşadığımız kriz reel sektörün borç krizidir.
Dünya’da giderek şiddeti artan bir ticaret savaşı var. Bugün ABD ile Çin arasında olan bu savaşın ABD-Avrupa-Rusya üçgenine de sıçraması kaçınılmaz görünüyor. Doğu Akdeniz’deki gerilim, ülkemizin üzerindeki S-400 baskısı, Kuzey Suriye’deki sorunlar ve başımızdaki terör belası…
Giderek ağırlaşan şartlar altında nerede ise her sene bir seçim geçiren Türkiye umarız ki 23 Haziran seçimlerinden sonra hızla toparlanır ve dikkatini enerjisini yukarıda bahsettiğimiz reformlara vermeye başlar.
Yoksa işimiz çok zor maalesef…