Zaferimiz buysa...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 büyükelçiyi istenmeyen adam ilan etme girişimi ne kadar yanlışsa, bu girişimin devamında bir orta yol bulunduktan sonra bulunan o yola zafer demek o kadar yanlıştır. Türkiye bir hışımla elçileri gönderse de zafer olmazdı, sakinleşip makulü bulduğunda da olan şey zafer değildir. Yapmaması gerekeni yapmadığı için kimse zafer kazanmış olmaz. Bu ülke, böyle zaferlere mi kaldı, böyle zaferlerin tesellisiyle yetinir mi oldu? Sonuçta hep kaybettiğimiz oyunların belagat hevesine kapılıp gerçekten uzaklaşmayalım.

Türkiye şu kadar senedir -Menderes iktidarı döneminden beri- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dahil olmuş, devamında da bu kararların iç hukukun üzerinde olduğuna dair hükmü anayasasına koymuş bir ülkedir. AİHM de Osman Kavala’nın serbest bırakılması yolunda bir karar vermiştir. Öncesinde, suçsuz bulunduğu için yerel mahkeme tarafından Kavala hakkında zaten tahliye kararı verilmişti. Siyasi baskıyla serbest kalmasına izin verilmedi ve içinde ciddi deliller olmayan yeni bir iddianameyle cezaevinde tutulmaya devam edildi. Bin 458 gündür de içeride tutuluyor. Neresinde tutarsanız elde kalan bir dava sürecinden söz ediyoruz. Zaten davası AİHM’e gitmeden Kavala’nın serbest kalması gerekiyordu. Bütün bunlar bilerek ıskalandı ve bu ıskalar Türkiye’yi neredeyse dünyadan koparacak bir sürecin içine düşürdü. 10 büyükelçinin yaptığı ortak açıklama şekil yönünden rahatsız edici ve elbette bir tepkiyi hak ediyor ama yaşananların hiçbirisi de doğru değildir. Yargı da diplomatik tepki de böyle olmaz.

Kaldı ki büyükelçilerin geri adım attığını zannettiğimiz son açıklamasında Viyana sözleşmesinin 41. Maddesine atıf yaparak iç işlerimize karışmama mesajı da malumun ilanıdır. Geri adım değildir. Türkiye’yi eleştiren ve AİHM kararına uymaya davet eden açıklamaları hala ortadadır ve ondan vazgeçmiş değillerdir. Ortada ne geri adım ne de özür var. Ne de 10 büyükelçiyi birden istenmeyen adam ilan etmek gibi benzersiz bir restten sonra telefonumuzu çaldırıp hiç olmazsa gönlümüzü almaya çalışan bir lider çıktı.

Öyleyse neyin zaferini kutluyoruz? Büyükelçiler, bizi kendilerini kovma aşamasına getirmeyip bir ara yol imkanı sundukları için mi zafer kazandık? Savunmasız kalan Türk Lirası daha ağır darbe yemekten kurtulduğu için mi bu sevinç gösterileri?

Hamasette, sloganda, şurada burada aramayalım. Zafer, Türkiye’nin adının hukuksuzlukla, haksızlıkla anılmaması, demokrasi bahsinde küçümsenmemesidir; yargının bağımsız olması ve hakkın hukukun tatbik edildiği bir ülke olmasıdır. Zafer, ülkeyi nahoş konuların öznesi olmaktan kurtarmaktır. Buna bağlı olarak ülkenin ekonomik tablosunu bozan hatalardan geri dönmektir. Zafer, dünyayla ilişkilerin milli gelir dahil bütün makro değerler üzerine yüklediği maliyeti azaltmaktır. Türkiye’yi yalnızlaştıran sözlerden ve hamlelerden uzaklaşmaktır.

Dış politikanın sonuç almak ve çıkarların peşinde koşmayı gerektiren bir alan olduğunu unutarak yapılan hiçbir şeyin faydası olmuyor. Aksine, omuzumuza maliyet ve yük bindiriyor. Bu yolda en büyük yanlış da içeriye mesaj vermek için yapılan işlerdir. Hem yanlış olduğu ve Türkiye’ye avantaj kaybettirdiği için, hem de artık iç politikada işe yaramadığı için bundan vazgeçmenin zamanı gelmiş ve geçmiştir.

YORUMLAR (134)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
134 Yorum