Telafisi yok mu? Yok
İki liderin de 28 Mayıs seçiminin önemine dikkat çekmek için kullandıkları sloganların hepsine katılıyorum. Heyecanlarında, umutlarında, beklentilerinde veya endişelerinde haklılar. Yarın sabah, o kadar önemli ve o kadar değerli bir sandık kuruluyor
Yarın akşamın bir daha telafisi yok mu? Yok.
Ülkenin kaderi için son fırsat m? Son fırsat.
Sandığa gidip oy vermek vatandaşlık görevi, hatta daha fazlası mı? Evet öyle.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu, hem bugüne kadar tecrübe etmediğimiz bir demokrasi görevi hem de yukarıdaki soruların hepsine birden olumlu cevap verdiren kritik bir eşiktir. Erdoğan’ın da Kılıçdaroğlu’nun da dediği gibi “telafisi olmayan bir fırsat”tır.
Erdoğan kazanırsa pek az lidere nasip olan uzun süreli iktidarına beş yıl daha ekleyerek hem süre hem de “benzersiz bir yetki ve imtiyaz” elde etmiş olacak. Geride bıraktığı beş yılda başarılı bir performans ortaya koyamamış olmasına rağmen… Ağır ekonomik kriz ortamına, belirgin yozlaşmaya ve uluslararası alanda yaşanan gerilemeye rağmen… İçeride giderek artan kutuplaşma ve tansiyona rağmen…
Kampanya döneminde yaşanan ve hiç de iyi hatırlanmayacak malum yöntemlere rağmen… Kazanırsa – ki ilk turda buna çok yakın bir sonuç elde etti- milletin her şeye rağmen kendisine güveni ve vazgeçilmezliği açısından elde edeceği imtiyaz bir beş yıl daha kazanmanın ötesinde anlamlar taşıyacak.
Başarılı ya da başarısız olmasına bakılmadan, ekonomik kriz veya yolsuzluklara aldırmadan; ülkenin dünyadaki gerileyişini umursamadan seçilmesi hiçbir lidere nasip olmayacak bir başarı olarak tarihe geçecektir. Sadece başarılı icraatların üzerine kaldığı, kötü işlerden sorumlu tutulamayacak bir lider olarak yürüyecektir. İpi göğüslerse zaferi işte bu yüzden “benzersiz” olacaktır.
Kılıçdaroğlu kazanırsa en başta Erdoğan’a karşı galip gelmekle bir dönemi bitirecek. Aynı anda bütün problemli konuların üstesinden gelmek sorumluluğunu alacak. Hiç şüphesiz bunların en önemlisi Türkiye’yi müzmin gerilim halinden uzaklaştırmak sürecini yöneten adam olmaktır. Kılıçdaroğlu’nun tercih edilmesi de zaten toplumun artık o gerilimi taşımak istemediğinin beyanı sayılacaktır. Bu fırsatı sevk ve idare etmek ona düşecektir. Beraberinde kimsenin kendisini kötü hissetmeyeceği bir yönetim modeli ve üslubu geliştirmek sorumluluğu. Kazanacak olursa altılı masa modeli de kazanmış olacak ve bu bize benzeyen demokrasiler için referans teşkil edecektir.
Elbette iki lider de kazanmaları durumunda öncelikli olarak ve mecburen, yıllardır biriken ağır ekonomik problemlerin çözümü için kolları sıvamak zorundadır. Ekonomi başka bir problemle kıyaslanamayacak kadar acil ve hayatidir; alarm zilleri çaldırmaktadır. Kampanya döneminde ne iktidar ne muhalefet ne de toplum bu gerçekle pek yüzleşmek istemedi ama ekonomi bıçak sırtında seyrediyor. Seçmen bu bahiste yarın sadece iki liderden birini değil aynı zamanda onların ekonomi ekiplerine de onay verecek veya vermeyecek.
Erdoğan veya Kılıçdaroğlu… İkisinden biri mutlaka kazanacak ama bakalım millet ne kazanacak?
Seçim hayırlı olsun.