Susmak gerekirken konuşmak, konuşmak gerekirken susmak
Bir haber… Türkiye’de 17 milyon kişi yardıma muhtaç. 2023 yılında 4.2 milyon hane bir şekilde yardım veya destek alarak hayatını sürdürebiliyor.
Bir başkası… İş kazalarında dünya birincisiyiz.
Ya da okullarda uyuşturucu kullanımında dünya ortalamasının üzerindeyiz.
Son günlerde başka bir haber… Eğitimde kalite ölçümü yapan PISA testinde yine dünya ortalamasının çok altındayız.
Her zaman duyduğumuz başka haberler… Hukukun üstünlüğü endeksi (117. sıra), şeffaflıkta (101. sıra) ve basın özgürlüğü (165.sıra) listelerinde en kötü yerlerdeyiz.
Veyahut, İsrail’le ticaret devam ediyor haberleri.
Herkes bu haberlerin en güçlü sesle yalanlandığını duymak ister, istiyor da. Muhalifi de muvafıkı da “Zinhar hepsi yalan bu ülke hiç de böyle aciz, yoksul, hukuksuz, eğitimsiz değildir” sesini arıyor. Toplum, armudunu sapı üzümün çöpü için ortalığı yıkan resmi açıklamaları böyle haberlerin ardından da işitmek istiyor. İnsanlar, ülkede işler yolunda gitmiyor ama bu kadar da değil, duygusuna destek verecek bir nidaya kulak kabartıyor ama nafile… İlgilisi, ilgisizi kapı duvar. Haberler unutulsun, haber verenler ve haber duyanlar usansın diye bekliyorlar.
Başka bir vaka… Avrupa’ya en çok iltica başvurusu yapan ülkeler listesinde ya ikinci ya da üçüncüyüz. Mesela, Almanya’ya en çok iltica başvurusu yapan ülkelerin listesi yayınlandı. Birinci sırada Suriye var, ikinci Türkiye… Ardından Afganistan, Gürcistan, Irak, Rusya, İran ve Somali geliyor.
Somali deyince de şimdi başka bir haber… Bu ülkenin Cumhurbaşkanın oğlu İstanbul’da bir moto kuryeye çarparak ölümüne sebebiyet verdi. Yani, arabasıyla çarptığı genç bir adamı öldürdü. Sonra da elini kolunu sallayarak Türkiye’den kaçıp gitti. Kaçtı mı? İstendiğinde kuş bile uçurtulmazken, ölümlü kazaya yol açan ve adı sanı bilinen bir adam nasıl kaçabilir? Bir vatandaşımızın canına mal olan olayda, can emniyetini korumak mesuliyeti taşıyan devletin bir açıklaması olmaz mı? “Kaçmadı… Öyle şey olur mu, adam elimizde. Burası kabile devleti mi?” açıklaması beklenmez mi? Toplum bir açıklamayı, bir yalanlamayı hak etmez mi?
Bekleyen beklemeye devam etsin, ne açıklama, ne izahat ne de bilgi geldi. En can alıcı, en hassas, en önemli konularda tek kelime etmeyenlerin başka mevzularda atıp tutmalarına gelin de itimat edin…
Resmi ağızlardan yapılan lüzumlu lüzumsuz açıklamaları bir kefeye, mutlaka bir açıklama yapılması gerektiği halde sessizlikle geçiştirilen konuları öteki kefeye koyun, kalitemizin darası ortaya çıkar.
Toplumu bilgi verilmesi gereken değil talimatlandırılan, yönlendirilen ve resmi fikir etrafında toplanması mecbur olan bir varlık gibi gören anlayış derinleşiyor. Devlet, susması gereken yerde konuşarak, konuşması gererken yerde susarak, demokraside asla olmayacak bir modeli inşa ediyor. Resmi ağızların sustuğu yerde konuşmanın, konuştuğu yerde de susmanın yasak olduğu bir modeldir bu. Gelin görün ki böyle şeyler kimseye, bilhassa memlekete fayda sağlamaz. Gizlemek ya da yok saymak devlete, kamu idaresine itimatı azaltır.
Büyük devlet ya da güçlü devlet olmak evvela ve mutlaka şeffaflıkla mümkündür. Gerçekleriyle yüzleşen, başarıyla övünürken hatasıyla da yüzleşen ve her durumda halkına bilgi vermekten kaçınmayan bir devlet… Böyle bir devlet başka kritere bakılmaksızın zaten büyüktür ve güçlüdür.
Bir de halkın bilgi alma hakkına hürmet ederek, doğru ve dürüst açıklama yapmak modelini denemenin zamanı geldi, geçiyor.