Sükse
Dünya ekonomisi gelişmeye devam ederken, yüksek üretim ve buna bağlı düşük işsizlik ekseni gelişirken içinde bulunduğumuz kriz ve ağır işsizlik hala temel felsefemizdeki eksikliği gündeme getirmeye yetmiyor. Ekonominin içinde bulunduğu durumun sebebi olan üretim eksikliğinin nasıl olup da aşılacağına dair, iktidar merkezli bir yaklaşım duyulmuyor. “İnşaat mı üretim mi ya da geleneksel altyapı yatırımları mı ileri teknoloji mi” soruları hala cılız tartışma konuları olmaktan öteye geçemiyor.
Açık ifade etmek gerekirse, ağır finansal problemlere rağmen inşaat hala ekonominin dinamosu olma özelliğini koruyor. Belki bilinen kredi riski nedeniyle şimdilik sahada etkinlik azaldı ama felsefe olarak umut hala orada aranıyor.
Biz parayı inşaata yatırırken bizim gibi gelişme sürecindeki ülkeler ve zaten gelişmiş olanlar ne yaptılar, sorusunu tekrarlamaya gerek yok. Ne olduğu apaçık ortada. Son 10-15 yılda dünya yeni teknolojilerde birkaç kez değişip gelişirken Türkiye o yarışın dışında kaldı. Paranın bol ve ucuz olduğu dönemde, kolay borçlanabilirken sağlanan kaynaklar teknoloji alanlarına aktarılamadı. İstikbali düşünüp katma değerli alanlara yatırım yapmak yerine günün cazibesi galip geldi.
Harika siteler, büyük binalar, köprüler ve yollarımız oldu, altyapımız gelişti. Bu tercih tamamen yanlış değildi elbette. Türkiye’nin bir dönem veya belirli oranda inşaata ağırlık vermesi gerekliydi. Ne var ki, borç yoluyla transfer edilen kaynakların tamamına yakınının inşaata aktarılması bir hataydı. Yapılan hatayı bugün daha iyi görüyoruz.
Aynı dönemde stratejik bir tercih olarak 15-20 teknoloji sektörüne (savunma sanayiinde yaptığımız gibi) öncelik verilebilirdi. Bu yapılmış olsaydı ekonomi kırılgan olmaz ve en önemlisi de dış finansman bağımlılığı bu hacme mahkum olmazdı.
Şimdi Kanal İstanbul projesi yeniden gündeme geldi ve kıyasıya bir tartışma alevlendi. Sanki, 2000’lerin başından itibaren yapılan tercihlerin ürettiği sonuçlar ortada değilmiş gibi yine bir inşaat projesini; üstelik de eşi benzeri olmayan büyük bir projeyi konuşuyoruz. Maliyet olarak tahminen; yol, köprü, tünel gibi büyük projelerin tamamı kadar bir kaynağın borçlanılarak aktarılması gereken bir projeyi… Eğer meseleye sadece inşaat ve altyapı penceresinden kanala bakarsak bazı açılardan faydalı da olabilir. Ama parayı inşaat yerine daha verimli alanlara yatırmayı düşündüğümüzde kesinlikle en faydalı ve akılcı yatırım değildir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunu ne kadar istediğini biliyoruz. Kabul etmek lazım, Erdoğan kalkınmacı kimliğiyle ülkeye büyük eserler kazandırdı. Şimdi, projeyi savunurken Kanal İstanbul’un dünyada da büyük sükse yaratacağını söylüyor. Haklıdır, süksesi olur.
Ancak, Türkiye’ye dünyada sükse kazandıracak başka projeler de var ve bunlara ilgi göstermek kesinlikle daha önceliklidir. Daha da hayatidir.
Birincisi, büyük ve yıkıcı bir depremin kapıyı çalmak üzere olduğu İstanbul’da depreme karşı acilen kentsel dönüşüm yapmaktır. O zaman bütün dünya Türkiye’nin insanına verdiği değeri konuşur başka bir işle kıyaslanamaz süksemiz olur. Ayrıca, mimarisi düzelmiş, binaları güvenli hale gelmiş İstanbul’un rantı da katlanır.
Ve mesela ikincisi, ileri teknolojide bazı sektörleri belirleyip elde avuçta ne varsa oralara harcayarak geleceği kurtarmak… Böyle bir girişim Kanal İstanbul’dan daha önce sonuç alır ve dünyanın her yerinde rekabet edebilen Türk markalarıyla büyük sükse yaparız.
Artık, önemli yatırımları ve devasa kaynak kullanımlarını siyasi eksenden kurtarıp verimlilik, katma değer ve küresel yarış kriterleriyle tartışmanın zamanı gelmedi mi?