Dış politikada ‘hiç gecikmeden’ düşünme zamanı
Diplomasinin kolay kazançlar sahası olmadığını, bazı girişimlerin sonucu için uzun zaman gerektiğini; bazen konjonktürün büyük çaba ve emekleri heba edebileceğini unutmayım. Ekilen tohumlar geç büyüyebilir, hiç büyümeyebilir veya sel ve afete kurban gidebilir. Türkiye gibi her adımının maliyeti olan bir ülkenin, giriştiği birçok oyunda sürprizlerle karşılaşması, hayal kırıklığı yaşaması da doğaldır. Dünya sahnesi sert kuralların ve yüksek menfaat ilişkilerinin yeridir. Kimse kimseye kara kaşı kara gözü için destek vermez veya karar kaş kara göz için çelme takmaz. Menfaatler konuşur, bileği güçlü olan, sabırlı ve akıllı olan da o menfaatten payını alır.
Birkaç gün önceye kadar, dünyanın en sansasyonel dış politika vak’ası ABD, İngiltere ve Avustralya arasında tamamlanan ve Çin’in sınırlamayı amaçlayan -AUKUS-anlaşmaydı. İki ülke Avustralya donanmasına yeni nükleer denizaltılar vermeyi kararlaştırdılar. Anlaşmanın 100 milyar Dolar’a varan hacminden ve Çin’e karşıtlık vizyonundan daha büyük gürültü koparan yönü ise Avustralya’yla aynı konuda aylardır görüşmekte olan Fransa’nın, ABD ve İngiltere tarafından apar topar diskalifiye edilmesiydi. Fransızlar, “Sırtımızdan hançerlendik. Bunu da anlaşmadan 10 dakika önce öğrendik” dediler. Aynı dinden, aynı bloktan, aynı ittifaktan iki ülke Fransa’nın gözünün yaşına bakmadı. Bizim başımıza böyle bir şey gelse, onyıllar sürecek bir “Dış güç, karanlık odak ve Haçlı ittifakı edebiyatı” başlardı mutlaka… Kıskanılmış olurduk ve zaten onlar bizim her zaman düşmanımızdı, vs. Oysa, dünya sahnesinde oyunlar daha yüksek menfaatin, diğer bütün seçenekleri saf dışı ettiği gibi basit ve sert bir kuralla oynanıyor. Menfaat hacmini de ülkenin ekonomik, stratejik gücü ile diplomatik kabiliyet belirliyor.
Dış politikanın bu mayınlı tabiatını unutmamak gerektiği gibi, hamaset ve sloganla süslenen hedeflerin maliyeti olduğunu da unutulmamalı. En çok da birden fazla oynama kapasitesine sahip ama imkanları sınırlı bir ülke olarak Türkiye’nin unutmaması gerekir. Elbette risk alınmalı ve elbette bazı dosyalarda statüko değişikliği zorlanmalıdır. Bugünden yarına netice alınması da beklenmemelidir. Ancak, her hamlenin bir maliyeti olduğu ve fayda-maliyet analizi yapılmadan atılan adımların sürdürülemezliği hesaba katılmalıdır.
Son dönemin diplomatik hasılasının istenilen seviyede olmaması bir yana; bu politikanın uluslararası sahada kaybettirdiği dostlar ve fırsatlar nedeniyle ekonomiye yüklediği maliyet de vardır. Terazinin sıkleti çekemediği zamanlar böyle zamanlardır… Herşeyin bedeli var ve Türkiye, Akdeniz’den Suriye’ye, ABD ve hatta Rusya ile arasındaki ilişkilerde arzuladığı hedefleri tutturamamanın yanısıra içeride de fatura ödüyor. Ve hatta Mısır ve BAE gibi eski düşmanlara kayıtsız şartsız dönüş yapmak zorunda kalarak, çok istemediği ama mecbur kaldığı bir yola giriyor.
İç veya dış; ama bilhassa dış politikanın yöntemi bellidir. İnce işçilik, sabır ve diplomasi şarttır. Bunlar nasıl olsa sokakta görünmüyor ve toplum nezdinde işe yaramaz diye, değersizleştirilemez. Sokakta görünmese de sokağa yansıyor, işte. Türkiye çok haklı olduğu Akdeniz ve Suriye meselelerinde bu ince işçiliği ihmal ettiği için hem hak ettiğini alamıyor, hem de hak etmediği bir antipatiye mahkum oluyor.
Bugün gözümüzün ABD Başkan’nın randevu defterine veya Rusya Başkanı’nın bir selamına takılıp kalmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Gerekiyor’dan öte, değerlendirmenin, düşünmenin ve önlem almanı vakti geldi, geçiyor.
Oğuzhan Bey'in ardından...
Oğuzhan Asiltürk’ü, 28 Şubat günlerinde ve Refahyol hükümeti döneminde Ankara’da gazetecilik yaptığı dönemde tanıdım. Her zaman tedbirli, soğukkanlı ve dirayet sahibi bir siyasetçi oldu. Milli Görüş davasının üzerine titredi ve son nefesine kadar da bunu sürdürdü. Eleştirildiği zamanlar oldu ama gayreti ve samimiyeti inkar edilemez… O’nun kaybı hiç şüphesiz bir devrin sonu demektir. Allah rahmet eylesin. Ailesine, yakınlarına, Saadet Partisi camiasına ve dava arkadaşlarına sabır versin.