Bir de TOKİ binaları mı yıkılacaktı?
Maraş merkezli bir deprem yaşanacağı belliydi. Şiddeti, etkisi ve yıkıma yol açabileceği bina sayısı kesine yakın şekilde tahmin edilmişti. AFAD’ın Maraş deprem provası dahil, sayısız yerli yabancı bilimsel araştırma, bir o kadar resmi rapor bu yıkıcı gerçeğe işaret ediyordu. Bu ölümcül problemi daha da katmerli hale getiren imar affı kanunu çıkarıldı ama göz göre göre gelen bir depreme karşı binaların güçlendirmek için hazırlık yapılmadı. Deprem sonrası kurtarma faaliyetlerinin kalitesi de ortadadır. Tek tesellimiz depremin onuncu gününe ulaşan “mucize” kurtuluşlardır. Geç ve yetersiz kalan kurtarma faaliyetlerinden geride bu unutulmaz, göz yaşartıcı hikayeler kalacaktır. Fedakarca ve yorulmadan çalışan, insanüstü çaba gösteren herkese teşekkür borçluyuz.
Ama öte yandan problemimiz hala büyük ve gün geçtikçe büyümektedir.
Depreme hazırlık ve sonrasındaki eksiklikler bu büyük felaketin sonuçlarını çok daha ağırlaştırdı. Son kurtarma faaliyeti tamamlandıktan sonra elbette bu ihmaller zinciri ayrıntılarıyla konuşulacaktır. Konuşulmalıdır da. 1999 Düzce/Adapazarı depreminden ders alamamak gibi ağır bir hatanın tekrar edilmemesi için bütün süreçler ve kaçırılan tedbir fırsatları masaya yatırılmalıdır. 6 Şubat Maraş Depremi’nde kaybettiğimiz insanlara ve yıkılan şehirlere borcumuzun -bir kısmı- ancak böyle ödenebilir. Depremi bekleyen diğer şehirlerin birer Maraş, Hatay, Adıyaman ve diğer vilayetler gibi olmaması için de bu yüzleşme hayati öneme sahiptir.
Gelgelelim, Maraş Depremi’nin ihmal ve sorumluluğunu önemsizleştirmek adına yapılan yanlış değerlendirmeler gelecek için umut kırıyor. Mesela, “Yıkılan binaların çoğu 1999 yılından önce yapılmıştı” demek ya da “TOKİ binaları yıkılmadı” demek, deprem gerçeğini hala kavrayamamak anlamına gelir. Zira, yıkılan/yıkılmayan bütün binalar tartışılmaz biçimde önce devletin sorumluluğu altındadır. 1999 deprem yönetmeliğinden sonra yapılan ama o yönetmelik şartlarını taşımadığı halde onay verilen ve 6 Şubat gecesi yıkılan yüzlerce, binlerce binanın sorumluğu ile o gece ayakta kalan TOKİ konutlarının statüsü devlet sorumluluğu açısından aynıdır.
Bu ülkenin müteahhitleri aynı yönetmelikle, TOKİ’ye sağlam bina yapıyor ve sonra dönüp şehir içinde tabutlar inşa ediyorsa bu kimin suçudur?
20 yıldır kısıtlı kaynaklarının en büyük bölümünü inşaata harcayan ve bununla övünen bir ülkede, insanların enkaz altında ölmelerini hangi akıl ve vicdanla izah edilebilir?
Bırakın 7,7’yi, daha küçük bir depremde bile yıkılacağı aşikar binalarda, insanların oturmasına müsaade etmek gibi bir hata, “Oraya değil buraya bak” denilerek gözardı edilemez. “Ha yıkıldı, ha yıkılacak” binaları kanunla affetmek de…
Binalar, apartmanlar, evler, hastaneler, okullar, havaalanları zaten tabiatı gereği depreme dayanıklı olur ve yıkılmaz. Şimdi biz normal olan ve zaten olması gereken bir şeyi lütuf sayıp, bununla mı övünüyoruz? Elbette TOKİ’nin yaptığı binalar yıkılmayacaktı. Aksi düşünülebilir mi? Açık ve aşikar deprem yönetmeliğine rağmen bir de onlar eksik malzemeyle yapılsaydı, bir de onlar yıkılsaydı… TOKİ binalarının yıkılmaması kimsenin üzerinden sorumluğu almaz. Aksine, “Demek ki ‘asrın felaketi’ dediğimiz depreme karşı yıkılmayacak binalar yapmak mümkünmüş” dedirteceği için sorumluluğu artırır. “Madem mümkündü o zaman niye, bütün binalar güçlendirilmedi”, dedirteceği için acıyı artırır. “Niye şimdi bir yıl içinde bütün binaları yeniden hızla yapabiliyoruz da geride kalan bir yılda bunu düşünüp bütün çürük binaları depreme dayanıklı hal getirmedik”, dedirteceği için insanı bir kez daha kahreder.
Yaşadığımız deprem öyle ağır bir felaket ki miladını nereden alırsanız alın sorumluluktan kaçamazsınız.
Türkiye bir konuda gerçeği görecekse bu muhakkak surette deprem olmalıdır. Bu kadar acıya ve bu kadar yakın tehlikeye rağmen insanlarının yarıya yakının hala bir sarsıntıyla enkaz altında kalacakları binalarda oturduğu bir ülke burası. Kimse, “Orası iyi, burası fena değil… Onu ben yaptım, şunu başkası yaptı… Onu bilirim, buna karışmam” diyemez. Pek tatbik edilmese de bugünlerde sık sık söylediği gibi “depremin siyaseti olmaz.”