Müslümanlar ne kadar müslüman?
Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için de istemedikçe iman etmiş olmazsınız”; “Müslümanların sıkıntılaryla ilgilenmeden gününü geçiren kişi müslümanlardan değildir. Birinin ‘Yardım edin ey müslümanlar!’ çığlığını duyup da sessiz kalanlar müslüman değildir.” (Hz. Muhammed)
Bu hadislere göre, Arakan müslümanlarının çığlıkları karşısında, başta onlara ülkelerine girme yasağı koyan ırkdaşları Bengaller olmak üzere, dünya müslümanları ne kadar müslüman? Türkiye üç milyon Suriyelinin yükünü yıllardır tek başına taşırken birkaç bin Arakanlıyı ağırlaması için Bagladeş’e yardım etmeyen zengin müslüman ülkeler, petrol ağaları ne kadar müslüman?
***
Okuyanlarınız olmuştur; ABD’nin Georg Washington Üniversitesi’den iki profesör tarafından “Ülkelerin İslâmîlik Endeksi” adıyla birkaç yıl önce bir araştırma yapılmış, sonuçları Global Economy Journal’de “İslam ülkeleri ne kadar İslâmî?” başlığıyla yayımlanmıştı.
Profesörler ilk önce Kur’ân-ı Kerîm’in ve Sünnet-i nebeviyyenin devletten beklentilerini incelemişler; bu çerçevede sosyal ve ekonomik adalet, ribanın kaldırılması, emeğe saygı, sosyal refah, yolsuzlukla mücadele, hukukun üstünlüğü, genel insan hakları, azınlıkların hakları, çevrenin korunması gibi toplumsal ve insanî konularda İslâm’ın önceliklerini belirlemişler. Daha sonra bu ölçülere göre hangi ülkenin ne kadar “İslâmî” olduğunu gösteren bir sıralama yapmışlar. Buna göre İslâmî ilkeleri en iyi uygulayan ilk üç ülke Yeni Zelanda, Lüksemburg ve İrlanda çıkmış. Listede çoğunluğu Müslüman olan Malezya 33., Kuveyt 48. sırada yer alıyor.
2015’te yayımlanan “Ülkelerin İslâmîlik Endeksi”nde ise ilk 10 ülke şöyle sıralanmış: Hollanda, İsveç, İsviçre, Yeni Zelanda, Danimarka, Finlandiya, Norveç, Lüksemburg, Avusturalya, Kanada.
Kuşkusuz bu sonuçlar tartışılabilir; ama yine de İslam dünyasındaki genel manzaraya baktığımızda bir bütün olarak önemli ölçüde gerçeği yansıttığını kabul etmeliyiz. Merhum Akif vaktiyle bir Avrupa gezisinde gördüklerini “Dinleri işlerimiz gibi, işleri dinimiz gibi” şeklinde özetlemişti. Aradan geçen bir asırda ne değişti?
***
Bu neden böyle? Çünkü İslam ülkelerinde toplumsal kimlik paramparça. En aklı başında İslam ülkesi olarak bilinen Türkiye’de bile bizler insan modelinde bir türlü zarftan mazrufa geçemedik. Bir zamanlar fes giyme-giymeme kavgası yapmışız. Daha sonra fesi çıkarıp şapka giyme-giymeme kavgası, sonra başörtüsü kavgası… Anlayacağınız hâlâ başın dışıyla uğraşma işini bitirip akıl ve zihin, ahlâk ve gönül dünyasıyla ilgilenmeye geçemedik.
Eski kaynaklarımızda “İslam” kelimesinin üç anlamından birinin “müsâleme”, yani “birbirinin hakkına hukukuna riayet ederek barış ve huzur içinde bir arada yaşama” olduğu belirtilir. “Sizin en iyileriniz ahlâkı en güzel olanlarınızdır”; “Ben sadece güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyurur Peygamberimiz.
Senelerdir İslam’ın ahlâk öğretisini incelemeye, okumaya, yazmaya çalışıyorum. Başta hadis külliyatı olmak üzere ilk İslam kaynaklarında ‘güzel ahlâk’ın birinci manası “insanlarla güzel geçinmek”, ikinci manası da “önce başkalarını, yoksulları, çaresizleri… düşünmek”tir. Sadece bireysel değil, toplumsal planda da… Onun için Peygamberimiz öncelikle yoksula, arkasıza, dula, yetime sahip çıktı; onların derdini dert edindi. İlk defa onları biri gördü, onları “insan” yerine koydu; onlar için ağladı, onlar için güldü. “Allah’ın doyurmadığını biz mi doyuracağız!” (Yâsîn 36/47) diyenlere döndü ve “Hayır!” dedi; “Yetimi kollamıyorsunuz! Yoksulun açlığını umursamıyorsunuz! Servetlerinizi sürüp savuruyorsunuz! Çılgınca bir mal tutkusuna kapılmış gidiyorsunuz!” (Fecr 89/17-20)
İşte bu İslâm’dır ki –bugün paramparça olan- bütün Arap dünyasını tarihlerinde ilk defa ve sadece on yılda tek bayrak altında toplamayı başardı.