Medrese nostaljisi
Son yıllarda medreselerin geri getirilmesi gayretlerinden bahsediliyor. Hatta bilmem ne medreseleri gibi tabelalar görmeye başladık. Güya imam-hatip okulları, ilâhiyat fakülteleri medresenin yerini dolduramamış. Kör ölür badem gözlü olurmuş. Medreselerin koca Osmanlıyı ne hallere düşürdüğünü unuttuysak pes doğrusu!
***
Bir asır önce Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi medreselerin durumunu, “İstanbul’daki medreselerde ilim sukût etti. İrfan hakeza! … Medreseler kuru kavil geveleyip duruyorlar” sözleriyle özetlemişti. Bu yüzden modern okullar açılmış, çoğunu da -işimize gelince yere göğe sığdıramadığımız- merhum II. Abdülhamid açtırmıştı.
Bugün İslâm dünyasının çektiği acıların, yıkımların temelinde yine medreseler veya medreseleşmiş okullar var; buralardan yetişen insan tipi var. Ürettikleri terör ve şiddetin ülkemizi ve dünyayı tehdit ettiği, acıların, iç savaşların kol gezdiği ülkelere bakarsanız hepsinde sayısız medreseler, binlerce çeşit medrese icazetleri, türlü türlü din anlayışları görürüsünüz.
Türkiye’yi bu ülkelerden farklı kılan, her şeye rağmen “din” bağlantılı şiddet ve terör ortamı olmaktan, toplumsal çatışmadan koruyan tek sebep var: O da Osmanlının son döneminde medreselerden bir hayır çıkmayacağı anlaşılınca, çağdaşlaşma süreci içinde geliştirilen yeni kurumların verdiği din eğitimi, bu eğitimi almış insanların verdiği din hizmetleridir.
Dolayısıyla işin nerelere varacağını düşünmeden, imam-hatipleri ve ilâhiyatları medreseleştirmeye kalkışmak, onlara alternatif medreseler açtırmak bu ülkenin geleceğini karartmaktır. Herkes bu tehlikeyi adam akıllı hesap etmelidir.
Diyanet, imam-hatip okulları ve ilâhiyat fakültelerinin hem İslâm’ı doğru kaynaklardan, doğru bakış açısıyla öğrenip öğretmesi ve temsil etmesi hem de modern çağın gerçeklerini, taleplerini doğru kavrayarak bu taleplere din bağlamında doğru karşılıklar üretmesi gerekiyor. Anılan kurumları geliştirme çalışmaları kesinlikle bu yönde olmalı, türlü hesaplarla bu kurumları medreseye geri götürme niyetlerine fırsat verilmemelidir. Bu hatayı yapan Pakistan’ın son kırk yılda nerelerden nerelere geldiğini görüyoruz.
***
Diyanet, imam-hatip okulları ve ilâhiyat fakülteleri rahat bırakılmalıdır. Onların yapacak işleri var. Bir yandan cehalet, baskı, sefalet ve mutsuzluk girdabında travmalar yaşayan; öte yandan daha çok para, daha çok haz uğruna kendi dışındaki ülkeleri acımasızca sömüren, yakıp yıkan bu çağın insanları ve toplumları için bu kurumların yapacağı işler var. Aynen bin dört yüz küsur sene önceki aziz Peygamber’in yapmaya ahdettiği işler gibi.
Bizler imam-hatip okullarında bu ruhla okuduk. Bizim şimdiki gibi “bir yatır, on kazan” hesaplarıyla yapılmış görkemli binalarımız yoktu. Bizim okullarımızı yapanlar, o binaların temellerine küçük paralar ama büyük ruhlar ve umutlar koymuşlardı. Bugün bir yerlere gelen bizler -unutmamalıyız ki- buralara biz gelmedik; o ruhların ihlâsları hatırına ilâhî inayet getirdi. Şimdilerde bulunduğumuz noktada aslımızdan, beslendiğimiz “imam-hatip ruhu”ndan koparsak, yoklukta gösterdiğimiz sabrı ve tevazuu varlıkta gösteremezsek, bilelim ki Allah’ın inayeti gibi intikamı da büyüktür.
Okumuşlar, aydınlar, hele din âlimleri çürürse toplum çürür. “Âlimin ölümü âlemin ölümüdür.” Âlimin ölümü, ya zihninin işe yaramaz bilgiler çöplüğü haline gelmesi ya da aklının ve vicdanının hırslarına kurban edilmesiyle olur. Bu tehlikelerden ilkinin adı “kuru kavilcilik”, ikincisi ahlâk sefaletidir. İkisinin birleşmesi din ve dünya hayatımızın iflası, çökmesi demektir. Osmanlının yaptığı bu hatanın tahribatını yeni yeni düzeltmeye başlamışken medrese arayışına girmenin düşünülmesi bile akla ziyandır.