İnanç sapması-Ahlak sapması
İslam’ın kuruluş tarihine baktığımızda Kur’an-ı Kerîm’in ele aldığı en öncelikli iki meseleden birinin, -birçok sosyal ve ahlâkî sorunun da kaynağı olan- putperestlik şeklindeki inanç sapması, diğerinin ise şiddet ve kaos şeklindeki ahlak sapması olduğunu görürüz. İslâm’ın kendisinden önceki dönemin zihniyetine verdiği Câhiliye adı tamamen bu iki sapmayı ifade ediyordu. Bu sebeple Mekke döneminin en başından itibaren gelen vahiyler ile Peygamber Efendimiz ve arkadaşlarının (Sahabe) olağanüstü çabalarında, her şeyden evvel bireysel ruhlarda ve genel olarak toplumda doğru bir inancın ve yüksek bir ahlakın oluşturulması amaçlanmıştır.
***
Din açısından baktığımızda modern dünyanın temel probleminin de ateizm ve “dine ilgisizlik” ya da “dünyevileşme” anlamında sekülarizm olduğu gözlenmektedir. Bugün dünyada ahlâkın inançla ilgisinin olmadığı, ateist ve seküler insanların da ahlâklı olabileceği gibi yaygın bir kanaat var. Tecrübeler de bunun haklılık payının olduğu göstermektedir. Ancak –arkasında “inanmasan da olur” gibi inkârcılığı özendirici bir ima da taşıyan- bu düşünceye genel insanlık meselesi olarak ahlak açısından baktığımızda iş değişiyor. Özellikle son iki yüz yıldır Batı kaynaklı bu iki felsefenin yayılmasına paralel olarak dünyada ahlâk sorunlarının da ağırlaşması, insanoğlunun hayvani doğasındaki koyu çıkarcılık ve aşırı hedonizm ile bunların ürettiği işgal, zulüm, sömürü gibi türlü haksızlıkların dünyayı kasıp kavurması söz konusu kanaatin yanıltıcı olduğunu göstermektedir.
Epey zaman önce ABD’nin ünlü stratejist ve siyaset bilimcilerinden Brzezinski’yle yapılan bir mülakat okumuştum. Şu cümlelerini not almışım: “İnsanın ruhsal boyutlarına çok zararlı bir tür materyalist hedonizmi yaygınlaşıyor… Batı sekülarizmi… hedonizm, kendini tatmin ve tüketimin oluşturduğu kültürel bir dalgadır. İnsanlık bundan daha farklı bir şey olmalı… Batı’nın çoğunda hâkim olan maneviyattan yoksun sekülarizm, kendi kültürel yok oluşunun filizlerini de içinde taşımaktadır… Nefsine düşkün, hedonist, tüketime yönelik bir toplum dünyaya ahlâkî bir motif sunamaz.”
***
Daha çok Batı’da gelişip yayılan ateist ve seküler akımlara karşı İslâm dünyasının verdiği tepkiler çoğunlukla irrasyonel, savunmacı, hissî ve zaman zaman hem nefretçi hem de nefret ettiricidir. Sonuçta bu tepkiler, sorunlara çare üretmekten ziyade yeni sorunlar doğurmaktadır. Bu durumdan kurtulmak için –kendi ifadesiyle- insanlığa şifa, ışık, rahmet ve hidayet rehberi olan Kur’ân-ı Kerîm’i ve onun üzerine üretilmiş geleneksel yorumları çağımız insanının inanç ve ahlâk dünyasına yeterli katkılar sağlayacak şekilde anlamak ve anlatmak gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü İslâm âlimlerince geçmişte ortaya konan yorum ve içtihatlar bugünkü dinî, ahlâkî, sosyal, siyasi, ekonomik vb. ihtiyaçları dikkate alarak üretilmemiştir; bu da gayet tabiidir. Tabii olmayan şudur: Günümüz İslâm toplumlarının bilhassa ‘eğitim’ görmüş kesimleriyle doğal olarak onları izleyen kitleler, ya eski yorum ve içtihatlarla kendilerini sınırlamakta ve böylece kaçınılmaz olarak kendi çağları ile çatışmakta ya da eskiyi tümden reddederek aslî karakteri itibariyle Batı modeli olan bir zihniyet ve hayat felsefesine teslim olmaktadır. Bugün hemen bütün İslâm dünyasında ortaya çıkan toplumsal ayrışma ve çatışmaların asıl sebebi budur.
Oysa insanlığın inanç sapması ve ahlak sapması üzerine düşünmek ve çözümler geliştirmek Müslümanların en temel dinî görevlerindendir. Pekiyi Müslümanlar ne yapıyor? Cevabı, Campridge Üniversitesi’nin Pakistan asıllı profesörü Ekber Ahmed’in Postmodernizm ve İslam başlıklı eserindeki şu cümle veriyor: “Liderlerinin boş yaygaraları ve âlimlerinin dar kafalı sızlanmaları Müslümanları acınacak duruma düşürüyor; düşmanları olan dev kapıdayken kendi aralarında tartışan pigmelere benzemelerine neden oluyor.”