Hocam Bekir Topaloğlu’nun ardından
İslâm geleneğinde öleni iyi yönleriyle anmak ahlâk ve nezaket gereğidir. Ama benim merhum Bekir hocamla ilgili söyleyeceklerim, hayli eksik tespitler ve minnet ifadeleridir.
“Bekir Hoca’ya bu kadar saygı duymamın sebebi nedir?” diyorum.
İçimden bir ses şöyle cevap veriyor:
Çünkü Bekir hoca Allah’tan başka hiç kimseye ve hiçbir şeye kul olmadı. Ümeranın, şöhretin, makam ve mevkiin peşinden koşmadı. Bizler gibi o da Mâtürîdî ve Hanefî mezhebindendi; ama asla fanatik bir mezhepçi olmadı. Bunlar da onu hür bir âlim yaptı.
Bekir hocamı ilk defa Sivas İmam Hatip Okulu talebesiyken, H. Karaman hocamla birlikte yazdıkları ders kitapları ve öğrencisi olmaktan mutluluk duyduğum M. Yaşar Kandemir’in anlattıkları ile tanıdım. Daha sonra İst. Yüksek İslâm Enstitüsü öğrencisi olunca hocayı şahsen tanıma şansım oldu; bir dönem Kelâm dersimize girdi.
Bekir hoca iyi bir medrese tahsili görmüştü ve bu onun için dinî ilimlerde sağlam bir temel demekti. Ama bu temel üzerine yeni bir bakış geliştirdi. Bunda da aslen Fas’lı olup uzun yıllar Ankara İlâhiyat Fakültesinde ve İst. Yüksek İslâm Enstitüsü’nde hocalık yapan merhum Prof. Muhammed Tancî gibi bir âlim ve fikir adamına asistan olmasının önemli katkıları olmuştur.
O zamanlar merhum Topaloğlu, Hayrettin Karaman, Tayyar Altıkulaç ve arkadaşlarıyla aramızda hoca-öğrenci ilişkisinden öte bir bağlılık oluştu; onlara ayrı bir saygı ve sevgi duyduk. Onlar da bizi öğrenciden öte gördüler. Hiç kopmayan bu gönül ilişkisinin enerjisi bizden değil onlardandı. Onlar –bugün bazı “dinî” oluşumlardaki gibi- bizi kul olarak görmediler; kişiliğimizi, özgürlüğümüzü hep önemsediler.
Hocalarımız gibi düşünmediğimiz zamanlar da olurdu ve uygun ortamlarda farklılığımızı dile getirirdik. Ama saygımızda eksilme olmadı. Meşhur oryantalist M. Watt’ın “(Hz.) Muhammed’den sonra en büyük Müslüman” dediği Gazâlî, fazilette Sahabe’yi göklere çıkarır; ancak iş ilim-fikir meselesine gelince açıkça şunu söyler: Hiçbir bilgi veya düşünce Sahabe dedi diye doğru olmaz ve kanıt değeri taşımaz.
Hocalarımızın ve bizim hiç mi eksiğimiz kusurumuz yoktu?
Olmaz mı!..
Bence hocalarımızın ve bizim neslin büyük kısmının birinci eksiği, İslâm ilimlerine dair Batı’da yapılan çalışmaları gerektiği şekilde izlememek, bunun için ihtiyaç duyulan Batı dillerini yeterince bilmemekti.
Zamanla İslâm ilimleri konusunda Batı’da yapılan çalışmaları da gördükçe şunun farkına vardım ki, bu çağda iyi bir İslâm âlimi ve fikir adamı olabilmek için hem İslâm kaynaklarına, İslâmî kültür birikimine vakıf olmak hem de modern çağı, bu çağın ürettiği bilgileri, yöntemleri, yorum ve anlayışları kavramak gerekiyor.
Peygamberimiz “Hikmet müminin yitiğidir” buyurmuşlardı. Doğru olanı öğrenmek ve ondan istifade etmek, yanlış olanın da doğrusunu göstermek istiyorsak, İslâm hakkında dünyada üretilen bilgi ve değerlendirmeleri okumak, izlemek gerekiyor.
Sarsıntılı bir dönemden sonra ülkemizde dinî ilimlerin gelişmesinde öncü rol oynayan hocalarımız bu eksikliği görerek yeni nesillerin daha donanımlı yetişmesine de önayak oldular.
Merhum Topaloğlu ve diğer hocalarımız hayalimizi aşan başarılara ulaştılar. Bugün Türkiye dinî bilgi ve anlayışta birçok İslâm ülkesine göre birkaç adım daha ilerideyse bunda onların büyük katkıları oldu.
Bize ve bizden sonraki nesillere düşen görev, boş zanlarla birbirimizi hırpalamak yerine, bilgi ve deneyimlerimizi, akıl ve zihin gücümüzü birleştirip, bütün varlığımızla değerlerimizi, ülkemizi, insanımızı daha iyi ve daha huzurlu bir geleceğe taşımak olmalı diye düşünüyorum.
Bekir hoca kendi namına bu yolda yürüdü.
Sık sık Bekir hocamızın duasını almak, hoş sohbetinden yararlanmak için odasına girerdik ve yüzü ışıl ışıl gülerken bizi hep ayakta karşılardı.
Mekânın cennet olsun aziz hocam!