Hadis ilminde gerçek bir ‘TEZ’in hatırlattıkları

İslâm’ın doğuşundan önceki Hicaz bölgesinde bilgi aktarım aracı olarak yazının kullanımı yok denecek kadar azdı. Bilgiler genellikle şifahi yolla aktarılıyor ve korunuyordu. Bu coğrafyada ilk ciddi yazılı belge Kur’ân-ı Kerîm’dir. Hz. Peygamber’in, yazılı kültürün gelişmediği bir toplumda Kur’an’a karıştırılmasından kaygılandığı için hadislerin yazılması konusunda -birkaç istisna dışında- kimseye izin vermediği bildirilir.

Öte yandan -ilgili ayetlerde de belirtildiği üzere- Kur’an’ın tebliğcisi ve model uygulayıcısı olarak Hz. Peygamber’in sözleri ve davranışlarına ilişkin bilgiler yani hadisler, sahih bir İslâm anlayışı oluşturma bakımından büyük önem taşıyordu ve her zaman da öyledir.

Sahâbe dediğimiz ilk nesil için hadislerin gerek sahihliği gerekse nasıl anlaşılıp uygulanacağı hususunda sorun yoktu. Onlar vahyi Allah’ın Elçisi’nden duyuyor; Kur’an’ı nasıl anlamaları, uygulamaları ve (namazların vakitleri ve rekât sayıları gibi) boşlukları nasıl doldurmaları gerektiğini Resûlullah’a soruyor, onu izliyorlar; o da sözleri ve uygulamalarıyla onların bu ihtiyaçlarını karşılıyordu.

Sahâbe bizzat Peygamber’le görüşüyor, onun ne dediğini duyuyor, neyi nasıl yaptığını izliyor; sözlerinin ve davranışlarının bağlamını, her bir hadisin zaman ve mekânını, o hadisle ilgili olan kişileri; kısaca hadisleri doğru anlamanın bütün unsurlarını biliyorlardı.

***

Fakat bu ortam ve bağlam bilgileri zaman ilerledikçe kaybolmaya yüz tuttu; sonunda geriye neredeyse sadece metinler yani sözler ile senetler yani o sözleri aktaranların isimleri kaldı. Üstelik -İslâm’ın baş döndürücü bir hızla yayılmasının da kaçınılmaz sonucu olarak- kültürel, itikadi, ırkî, siyasi, ekonomik vs. ayrışma ve rekabetler doğdu. Herkes kendi konumunu güçlendirmek için Peygamber otoritesini temsil eden hadislerden yararlanma ihtiyacını duydu. Bu suretle, asıl bağlamından koptuğu ve “söz”den ibaret kaldığı için farklı yorumlara açık hale gelmiş bulunan mevcut hadisleri keyfî kullanmanın ve -daha kötüsü- yeni hadisler uydurmanın mümkün olduğu bir ortam doğdu.

Gelinen bu nokta, Müslüman âlimlere, hadislerin sahihlerini uydurmalarından ayırıp koruma sorumluluğu yüklüyordu. Böylece klasik hadis usulü doğdu. Bu usulde bir hadis metninin ne derece sahih olduğu veya olmadığı başlıca iki ölçüye göre tespit edilmeye çalışılıyordu: 1. Sened tenkidi (incelemesi), 2. Metin tenkidi. Şifahi aktarım sürecinde hadisleri birbirinden duyarak aktaranlardan oluşan isim zincirine sened, bu isimlerden birinin diğerine nakletmesi suretiyle yeni nesillere aktarılıp, sonunda hadis kitaplarında yerini alan söze, yani Hz. Peygamber’e ait olduğu düşünülen bilgiye metin denir. Bu bilgi, Resûlullah’a nispet edilen bir söz ve eylem olabileceği gibi başkasına ait bir söz veya eylemin Hz. Peygamber tarafından onaylandığına ya da reddedildiğine ilişkin bir bilgi de olabilir.

***

Yakınlarda KURAMER bir doktora tezi yayımladı. İlâhiyat alanında örneğini az gördüğümüz gerçek bir ‘tez’: Hadislerin Tespitinde Bütünsel Yaklaşım. Yazarı Dr. Mehmet Apaydın. İçeriğini üç beş satırla anlatmak esere haksızlık olacaktır. Şu kadarını söylemem gerekiyor:

Kendi adıma, bildiğimiz klasik hadis usulünün –İslâm ilimleri tarihinde gördüğü büyük hizmete rağmen- çok ciddi, o usulle yetinildiği sürece aşılması imkânsız sorunlarının da bulunduğunu, bu sorunları –modern bilgi araçlarının da katkısıyla- bilimsel bir yöntemle aşmanın gerekli ve mümkün olduğunu, –yazarın “bütünsel yaklaşım” dediği- bu yöntemin ilkelerinin neler olabileceğini ilk defa bu eseri (yayım öncesinde) okuyup inceleyince gördüm. Hadis profesörleri dahil, hepimizin bu çalışmadan öğreneceğimiz değerli bilgiler olacağını, çalışmanın zihnimizde yeni ufuklar açacağını ifade etmek istiyorum.

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum