Dinî bilgi ve Diyanet
Kuşkusuz bir toplumun geleceğini şekillendiren temel yapılar, doğrudan veya dolaylı yollarla eğitim ve öğretim hizmeti veren resmî - sivil oluşumlar, kurumlarıdır. İnsanlık tecrübesi gösteriyor ki, bu yapılar ve onların mensupları ne kadar özgür ve bağımsız olmuşlarsa o kadar rahat bir ortamda, o kadar zengin, çeşitli fikir ve bilgiler üretmişler; sonuçta uygulayıcılar ve genel olarak toplumlar da o oranda doğru bilgi ve düşünceye ulaşma ve uygulama imkânını elde etmişlerdir. Müslümanların tarihine bakarsak, özgür bilgi ve düşünce üretme ortamıyla gelişme ve yükselme arasında bir paralellik olduğunu görürüz.
Günümüz Müslüman toplumlarının dinî alandaki bilgi ve düşünce sığlığı ile geri kalmışlığı arasında da net bir paralellik vardır. Diyebilirim ki, İslâmî düşünce ve ilimler tarihinin hiçbir döneminde, bu alanların mensupları özellikle son 60-70 yılda olduğu kadar tek tip ve şablon bir bilgi ve düşünce atmosferi içine sıkışmamışlardır.
***
Müslüman toplumlarda egemen kesimler diğerlerini ötekileştirmekte, böylece farklı ve yeni bilgi ve düşüncelerin üretilme imkânını yok etmektedirler. Bunun sonucunda ortaya çıkan bilgi ve düşünce kısırlığının kaçınılmaz kıldığı topyekûn geri kalmışlığın sebepleri ise genellikle “dış düşmanlar”a bağlanmaktadır. Müftülüğüm sırasında, Pakistan’da yasaların parlamentodan geçtikten sonra Şeriata uygunluğunu onaylayan kurumun üyeleri ziyaretime gelmişlerdi. “Pakistan’da Müslümanlar birbirinin camilerini bombalıyor. Bu neden böyle?” diye sorduğumda gayet emin ve rahat bir şekilde “Dış düşmanlar yaptırıyor” tarzında bir cevap vermişlerdi. Böyle bir zihniyet ortamında toplum kesimleri de entelektüel olarak gelişemedikleri, sorunları analiz edip gerçek nedenleri ve çözümleri bulma yeteneğine sahip olamadıkları için bilgi ve aklın yerine duygularını koymakta, “dış düşmanlar” açıklamasını da kolaylıkla kabul etmektedirler.
“Dış karanlık güçler”in varlığından hep bahsedilir. Bu sadece bizimle ve bu zamanla ilgili bir sorun olmayıp bir insanlık realitesidir. Ancak kanaatimce bu sorunu yanlışlarımızın mazereti ve sorumluluktan kurtulmanın malzemesi olarak kullanmak, böyle oluşumların varlığından daha yıkıcı bir tehlikedir. Bunun yerine, kendimize bakıp, nerelerde ne tür yanlışlıklar yaptığımızı düşünmemiz ve onları düzeltmemiz, gelişmenin şartlarını oluşturmada bireyler ve toplum kesimleri olarak üzerimize düşeni yapmamız gerekmez mi? Kur’an-ı Kerîm’de yapılacak iyi işlerin önceki kötülükleri, yanlışları telafi edeceği belirtilirken –Allahu a‘lem- bu hakikate dikkat çekilmektedir.
***
Türkiye örneğinde düşünecek olursak, bahsettiğimiz tarzda zengin, çeşitli, dönüştürücü dinî bilgi, düşünce ve yorum kabiliyetini geliştirecek olan asıl kurumlar çeşitli isimler altında “yüksek din öğretimi” veren fakültelerdir. Ancak bugün sayısı 100’ü aşan bu fakültelerin kurumsal olarak böyle bir işlev gördüğünün en küçük bir işaretine dahi şahit olamıyoruz.
Buna karşılık, Türkiye’nin özgün bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı, teşkilat olarak toplumun ve uygulamanın içinde bulunduğu, bu açıdan geniş bir birikime sahip olduğu için, en azından topluma sağlıklı, kapsamlı ve uygulanabilir dinî bilgi kazandırabilmekte; sağlam bilgi ve yoruma dayalı dindarlığın geliştirilmesi için çaba harcamaktadır. Bütün İslam ülkeleri arasında Türkiye’yi olumlu anlamda farklı kılan sebepler arasında Diyanet’in önemli bir payının olduğunu söyleyebilirim.
Bir kamu kurumu olan Diyanet’in, dinin içerdiği zihni, kalbi ve hayatı zenginleştirici potansiyeli harekete geçirip kullanma noktasında toplumun tamamına vereceği çok büyük katkılar olmalıdır. Çünkü –eski kaynaklarımızda ifade edildiği gibi- din sonuçta insan için vardır; var oluş amacı da insanlığın dünya ve ahiret hayatını mutlu ve huzurlu kılmaktır. Ülkemizde kurumsal düzeyde bu hizmeti sağlayacak olan da bütün mensupları ve imkânlarıyla Diyanet’tir.