Din İşleri Yüksek Kurulu
(İki hafta önce dinî kurumlarımızı ilgilendiren son tartışmalarda konunun taraflarından İlâhiyat’a dair görüş ve tespitlerimi paylaşmış, Din İşleri Yüksek Kurulu hakkındaki görüşlerimi ise bir sonraki yazıma bırakmıştım. Araya başka bir konu girdi. Bugüne kısmetmiş.)
Benim kanaatime göre, bir Cumhuriyet kurumu olan Din İşleri Yüksek Kurulu ülkemizin en önemli, hatta en stratejik kurumlarındandır. Değerli hizmetler yapmıştır, yapmaktadır. Bir şeyi daha teslim etmeliyim ki, –özellikle soruşturdum- geçmişten günümüze devlet makamları bu kurumun ne üye seçimine ne de kararlarına müdahale etmişlerdir.
Her zaman tekrar ettiğim bir kanaatim var: Kurum olarak Diyanet (Yüksek Kurul dâhil) –bildiğim kadarıyla- eksik yapmıştır ama yanlış yapmamıştır. Eleştirdiğimiz bazı fetva ve kararlar bile aslında kaynaklardaki tarihî bilgiyi aktarması yönüyle doğrudur; fakat bu fetva ve kararlar, bugünün ihtiyaçları bakımından doğrusunun ne olduğunu içermediği için eksiktir.
***
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun tamamına yakınının, bugün tartıştığımız meselelerde yeterli dinî bilgiye sahip üyelerden oluştuğunu biliyoruz. Bence sorun, Kurumun -dinî geleneğimizdeki tabiriyle- usûl yani yöntem eksikliğidir. Bu eksikliği gidermenin bazı şartlarının şunlar olduğunu düşünüyorum:
1. Kurul, dinî sorunlara çözümler üretilirken –tabii ki- dinî ve kültürel değerlerimizi dikkate almalı, bunun için Kur’an-ı Kerîm ve hadislerden başlayarak İslâmî kaynakları ve mirası dikkatle taramalı, bu çalışmayı mutlaka ‘istinbat ve istihrac’a da ehil uzmanlara yaptırmalıdır.
2. Bu tarama işini yürütürken, tarihte ve günümüzde Müslüman dünyanın ürettiği birikime, mezhep ayırımı yapmadan, bütün Müslümanların ortak birikimi olarak eşit şekilde değer vermeli ve yararlanmalı, ayrıca insanlık tecrübesini de görmezlikten gelmemelidir. Geçmişte Müslüman âlimlerin de bilhassa ‘muamelât’ konularında Roma/Bizans ve Pers tecrübelerinden yararlandıklarını biliyoruz.
3. Kurul, konularını müzakere ederken sadece astronomi, tıp gibi teknik alanlarda değil, –meselelerin özelliğine göre- hukuk, ekonomi, sosyoloji, psikoloji, felsefe, pedagoji, medeniyet tarihi gibi sosyal bilimlerde de ilgili uzmanları devamlı ve etkin biçimde sürece dâhil etmelidir. Çünkü bu alanların uzmanları, dine ve din âlimlerine saygılarından dolayı ses çıkarmadıklarını ama bazen ulemanın fetvalarının modern sistem, metodoloji ve uygulamalarla alakasının olmadığını söylüyorlar.
4. Şunu da kabul etmek zorundayız ki, Din İşleri Yüksek Kurulu, eski dönemlerde ulemanın yetki alanında görülmüş ve dinî gelenek içinde hükme bağlanmış olan birçok konunun hakikatte din ile ne kadar ilgili olduğunu veya olmadığını da ciddi şekilde gözden geçirmelidir. Formel olarak tamamen dünyevi olan meselelerin çözümünü -itikadi ve ahlaki prensiplere uygunluk dışında- hukuk, ekonomi, tıp gibi alanların uzmanlarına bırakmak gerekiyor. Zaten birçok konuda fiili durum da budur.
5. Çalışmalarda İslâmî kaynaklar ve birikim, sorunların karakterleri, modern çağın şartları, gerçekleri ve ihtiyaçları, Kur’an ve Sünnette gözetilmiş bulunan genel menfaatler (mesâlih), genel amaçlar (makasıd) ve gerekçeler (illetler, hikmetler) gibi kriterler çerçevesinde kapsayıcı ve bağlayıcı bir usûl muhakkak surette oluşturulmalıdır.
***
Mezhep imamlarımız Ebû Hanîfe ve Mâtürîdî’nin kendi çağlarının şartları çerçevesinde yaptıkları gibi Yüksek Kurulumuz da -yukarıda belirttiğim metodoloji çerçevesinde- bu çağın şartlarına ve ihtiyaçlarına uygun içtihat ve fetva verme yetki ve sorumluluklarının bulunduğunu hatırda tutmalıdır. Kurul eğer bu anlayışa süreklilik kazandırırsa, diğer Müslüman toplumların da izleyebileceği, onlara da nefes aldıracak bir ‘sünnet-i hasene’nin öncüsü olabilir. Yeter ki halis niyetlerine güvensinler, zihinsel birikimlerini ve iradelerini gerektiği şekilde kullansınlar.