Din-dünya ilişkisini doğru anlamak
Hz. Peygamber, hurma aşılamasıyla ilgili tahmininde yanıldığını görünce, çevresindekilere, “Dünya işlerini siz daha iyi bilirsiniz” demişti. Çünkü ekonomi dünya işidir; o ise –aynı hadiste kendisinin de işaret ettiği gibi- bir din önderidir. Dinin amacı ekonomide gelişmek için formüller göstermek değildir. Evet, ekonomi dünya işidir; bilgi, tecrübe ve akıl alanıdır; bu yöntemleri kullananlar zengin olur; kullanmayanlar yoksul kalır. Bu bireysel planda böyle olduğu gibi uluslararası ilişkilerde de böyledir. Dünya kurulduğundan beri böyle olmuş, bundan sonra da böyle olacak. Yoksa Allah kitabında Müslümanlara, Hakk’a ve hakkı savunanlara düşmanlık edenleri caydırmak için “elinizden geldiğince güç hazırlayın” buyurur muydu?
Çünkü genelde zenginler yoksullardan her zaman bir adım önde olur. Hatta şayet söz konusu zengin dindar biriyse sevap kazanmada da bir adım önde olabilir. Bunu Hz. Peygamber de ifade etmiş; zenginlerin de fakirler gibi bedensel ibadetler yaptıkları, ancak fakirlerden fazla olarak mali ibadetler de yapıp sevap kazandıkları üzerine yapılan bir sohbet sırasında “Bu da Allah’ın onlara bir lütfudur” demişti.
***
Temel dinî kaynaklarımızda çalışıp kazanmayı teşvik eden doğrudan ve dolaylı ifadeler vardır. Yine de din bakımından önemli olan, ne kadar çok kazandığınız değil, kazanırken de harcarken de ne kadar ahlâklı ve erdemli bir insan, bir Müslüman olarak kalabildiğinizdir. Bir seçim yapmak gerektiğinde ahlâkî ilkeleri ve insani değerleri mi yoksa parayı pulu, malı mülkü, makam ve itibarı mı tercih ettiğinizdir. Büyük sınav budur. Din için mal zengini olur da bunun gerektirdiği yükümlülükleri yerine getirirseniz ne âlâ! Ama Kur’an’ın anlatımıyla bizi ahirette kurtaracak olan mallarımız, oğullarımız, başka dünyevi varlıklarımız değil, sadece oraya “kalb-i selîm ile yani günahtan arınmış bir kalple varıp varmadığımızdır. Peygamber efendimiz şöyle buyurur: “Zenginlik mal çokluğu değildir, gönül zenginliğidir.” Din için önemli olan dünya evlerimizin nasıl olduğu değil, kalp evlerimizin nasıl olduğudur.
***
Buradan bakıldığında din öğretimi ve eğitimimizin hem dinin belirttiğimiz özünden hem de günümüz şartlarının beklentilerinden koptuğunu görüyoruz. Doğal olarak kasaba ekonomisinin hâkim olduğu bir çağdan kalma din ve dindarlık anlayışını her şeyin küreselleştiği bir çağda inatla ve ısrarla aynen sürdürmeye uğraşıyoruz. Dünya bize ters gelince, daha doğrusu biz dünyaya ters düşünce de ağır sorunlar yaşamamız kaçınılmaz oluyor.
Oysa dinimizi çağımızın şartlarını dikkate alarak okuyup anlamaya başlasak öyle bereketli sonuçlar elde ederiz ki! Söz gelimi dinimiz genellikle hayır yapmanın ne kadar değerli ve sevap olduğunu anlatır. Hayır yapmak dün muhtaçların avucuna para koymak şeklinde olurdu, bugün iş alanları açarak çalışanın hesabına ücret koymakla olur. Bildiğim kadarıyla dünyada en çok kurban kesen, en çok iftar veren, yardım kampanyalarında en çok yardım yapan ülkeyiz. Bu, dinimizin halkımıza kazandırdığı hayırseverlik ruhunun tezahürüdür.
Ama bizim insanımız, hayır yapmak deyince sadece karşılıksız vermeyi anlıyor. Çünkü kendisine öyle öğretildi. Hâlbuki günümüz ekonomik şartlarındaki ve insan onuru gibi değerler alanındaki gelişmelere göre hayır anlayışımızı da güncellememiz gerekiyordu. Mesela insanlara iş vererek işsizlik sorununu çözmeye, az tüketip çok üreterek cari açığı kapatmaya katkıda bulunmanın da din ile ilişkisini kurabilirdik; daha doğrusu var olan ilişkiyi gösteren bir din eğitimi verebilirdik. Bunu bir başarabilsek, bunca din kültürü ve ahlâk derslerimizle, sayısı üç bini, öğrencisi bir milyonu aşan İmam-Hatip ortaokulu ve liselerimizle, sayısı yüzü aşan İlâhiyat Fakültelerimizle, on binlerce Kur’an kurslarımız, doksan bin camilerimizle nasıl bir dönüşüm yapabileceğimizi düşünebiliyor musunuz?