'Anlama sorunumuz'
Zaman zaman gördüklerime, okuduklarıma ve ülkenin genel manzarasına bakarak, kasıtlı ya da kasıtsız okuma ve anlama yanlışlarının bizi kuşattığını hissediyorum. Bunun da yine bizi çepeçevre kuşatmış bulunan dinî, ideolojik ve siyasal bağnazlıklardan beslendiği kanaatindeyim. Elbette herkes ağzından çıkana dikkat etmeli; ne konuştuğunu, ne yazdığını bilmeli, bunun sorumluluğunu taşımalıdır. Ancak dinleyenler, okuyanlar da dinlediklerinin, okuduklarının anlamını ve amacını doğru kavramalı; sözün sahibine söylemediklerini mal etmemelidir.
Modern dönemde tabiat bilimlerinde bile tümevarım yöntemiyle ulaşılan sonuçlardan kuşku duyulabilirken soyut alanlara dair bir yazıdan, bir konuşmadan vatan hainliği, din düşmanlığı, cumhuriyet düşmanlığı gibi külli sonuçlara rahatlıkla gidilebiliyor. Doğal olarak bunlar hiçbir bilimsel ve ahlâkî temele dayanmadığı, yani yanlış olduğu için yanlış sonuçlar vermesi -bireysel ve toplumsal zararlar üretmesi- de kaçınılmaz oluyor.
Mesela yazınızda, konuşmanızda bir kişiye, kuruma veya fikre müspet yönleriyle bakıp değerlendirdiğinizde o kişiyi, o kurumu, o fikri bütün yönleriyle beğendiğiniz ve hatta savunucusu olduğunuz düşünülüyor. Bu yetmiyor; onun karşısında olan veya öyle konumlandırılan, kişi, kurum ve düşüncenin düşmanı olduğunuza kanaat getiriliyor.
Bu, daha keskin ve daha haksız sonuçlara götürecek şekilde siyasette de oluyor. Söz gelimi bir uzman –normal bir toplumda olması gerektiği gibi- ilgili siyasi kişi ve kurumların bir projesini, uygulamasını yanlış bulduğunu gerekçeleriyle yazabilir. İslâm ahlâkının “hüsnü zan” dediği ödevin de gereği olarak, doğru tutum, öncelikle bunun iyi niyetle yazıldığını düşünmek, ilgili siyasilere verilmiş bir katkı ve destek olarak yorumlamaktır. Ama ülkemizde çoğunlukla böyle bir eleştirel yazı ya da konuşmadan bir ‘toplam düşmanlık’ sonucu çıkarılıyor ve bazen gizli-açık bir linç süreci başlatılabiliyor.
***
Bu yanlış okuma ve anlamalar sadece karşı tutumlarda değil, destekleyici tutumlarda da aynıyla yapılıyor. Birinin spesifik bir konudaki analiz ve eleştirisini beğenenler de kafalarında hemen bir hedef üretiyor. Ve hüküm hazır: “Bravo hocam! Anlayan anlasın, adresini bulmuştur.” Böylece aslında analiz ve eleştiriyi yapana ait olmayıp, ona yapıştırılan isnatlar çeşitli seviyede mağduriyetler üretebiliyor.
***
Yapılması gereken nedir?
Yapılması gereken, bir konuşmacının, bir yazarın konuşma ya da yazısında kendisine koyduğu sınıra saygı göstermektir. “Kişi söylemediğinden sorumlu değildir.” Bu evrensel bir kuraldır. Söz gelimi ben, Batı kaynaklı uygarlığın bilimsel, teknik ve pragmatik başarılarıyla, ürettiği küresel ahlâkî gerçekliğin uyumsuzluğu üzerine bir analiz ve sorgulama yapmışsam: 1. Bundan asla genel bir karşıtlık üretilemez. Çünkü Batı uygarlığını oluşturan sayısız unsurlar ve bu uygarlığın insanlık için ürettiği sayısız imkânlar ve değerler var. 2. Bu eleştiriden asla Batı dışı dünyanın, daha özel olarak İslam dünyasının büsbütün günahsız olduğu sonucu da çıkarılamaz. Tam tersi, İslâm toplumları kendi elleriyle ürettikleri, hâlâ da inatla sürdürdükleri bir yığın yanlışları yüzünden bu yıkımlara karşı dirençsiz ve çaresiz kalmışlardır.
Zaman zaman biraz da ülkemizde, İslam toplumlarında ve dünyada hızla akan olayların etkisinde kalarak –nefsim de dahil olmak üzere- birçoğumuzun sergilediği yanlış tutumlar, sebepsiz ve haksız yere kırgınlıklara, düşmanlıklara ve mağduriyetlere yol açabiliyor. Böyle bir tutumdan herkesin, ama özellikle de dindar bilinen insanların şiddetle kaçınmaları gerekiyor. Çünkü bu tutum onlar tarafından sergilenince sonuçları ve vebalinin daha da ağır olacağı, yanlışlarımızın faturasının mütedeyyin kitleye ve giderek İslam’ın kendisine ödettirileceği açıktır.