“1/4 domuz”: Bir kafa yapısı
Malumunuz; bir siyasi partimizin İstanbul İl Başkanlığına bir bayan seçildi. “Hayırlı olsun” dememiz gerekirken ortalığa her biri ayrı bir fecaat olan şeyler saçıldı.
Alanımı ilgilendirdiği için şu “1/4 domuz” yeme şovu üzerinde duracağım. Konunun dinî boyutunu dikkate alarak önce domuz etiyle ilgili kısa bir dinî bilgi vermek, sonra da “1/4 domuz” paylaşımı üzerinden verilen mesajın derinindeki zihin yapısı ve ideolojik bağnazlık üzerine bir şeyler söylemek isterim.
***
Kısa dinî bilgi: Bazı hükümler Kur’an ve hadislerdeki dolaylı ifadelerden çıkarılır. Bazıları da vardır ki bunlar için “helal-haram” gibi net kavramlar kullanılmıştır. Bunlardan biri de domuz eti yasağıdır. Üç âyette tekrarlanan ifade şöyledir: “… ve domuz eti size haram kılındı” (2/173, 5/3, 16/15).
Bir eylemin dindeki hükmüne dair delilin gerçekten var olup olmadığı (sübut), varlığı kesin olsa bile, bunun net bir buyruk ya da yasak içerip içermediği (delâlet) hususunda bir kapalılık olabilir.
Bu ölçülere göre domuz eti yemenin haram olduğu konusunda: a) Delil kesindir; çünkü Kur’an âyetidir; b) Yasak kesindir; çünkü âyette açıkça “haram kılındı” denilmiştir.
Küçük bir not daha: Belirtilen iki yönden de “helal” ya da “haram” şeklinde kesinleşmiş bir dinî hüküm bağlayıcı ve kalıcıdır (tevkîfî). Bir hükmün dayandığı delili sübut ve delâlet yönünden tartışabilirsiniz. Ama –domuz eti yasağında olduğu gibi- delil her iki yönden de kesinlik kazanmışsa artık o hükmün geçersizliğini savunamazsınız; aksi halde ortada din diye bir şey kalmaz.
***
Gelelim somut duruma. İki noktaya değineceğim:
1. Bu insanlar neden “1/4 domuz” gibi bir şov yapma ihtiyacı duyarlar. Çünkü –paylaşımın da açıkça gösterdiği üzere- öylesi zihinlerde bu, sadece yiyip içme gibi basit bir konu değil… Bu bir ideolojik meydan okumadır. Dinde temel bir kural vardır. Bir yasağı çiğnerseniz günahkâr olursunuz; bir iyiliğinizden dolayı Allah dilerse sizi affeder. Ama o yasağa karşı meydan okumaya kalkarsanız artık yollarınızı ayırmış sayılırsınız.
2. Bazıları soruyorlar: “Böyle militan tiplere nasıl onay verilebiliyor?
Bence iki ihtimal var. a) Zayıf ihtimal: Aday gösterdikleri, seçtikleri kişinin geçmişini incelemede gevşek davranmışlardır; b) Güçlü ihtimal: Kendileri de aynı ideolojik bağnazlığa müptela oldukları için bu tercihin kendilerine getireceği siyasi maliyeti göremeyecek kadar basiretsizdirler.
Maksadım ne siyaset yapmak ne de bu insanlar domuz eti yediler diye din-iman sorgulaması yapmaktır. Hani denir ya: Burası özgür bir ülke; yasalar dâhilinde isteyen istediğini yapar.
Bir ara söz konusu partimizin bazı yetkililerinin özel ortamlarda, hatta medyada dile getirdikleri bir arayışları vardı: “Mütedeyyin vatandaşlar nezdindeki olumsuz imajımızı nasıl düzeltebiliriz?” gibi.
Ama olmuyor. Neden mi? Çünkü bu, siyasi bir sorun değil; bunun çok ötesinde bir zihniyet sorunu. Bu zihin, ta Cumhuriyet öncesinden gelen, temelini Fransız pozitivistivizminin oluşturduğu bir dünya görüşüyle inşa edilmiş ve ana yapısı hiç değişmemiştir. Görebildiğim kadarıyla bu konuda dünyada en tutucu yapı bizdekidir. Yaşasaydı Auguste Comte bile değişirdi ama bizdeki bu zihinler jakoben pozitivizmde çakılıp kaldılar.
Aslında bizde analitik düşünmeden daha çok ideolojik düşünme tarzı hâkim olduğu için bu saplantılar karşıt zihinlerde de var. Sırf öteki tarafa inat olsun diye böyle saçmalıklar yapanlar olabilir; bu sorun değildir. Sorun, siyasi ya da başka toplumsal yapıları bu saçmalıkların yönetmesidir.