O kadar emin miyiz?
Ülkemizde konuları kendi dinamiği içinde nesnel olarak tartışmak yerine, bana ne tür bir fayda sağlar mantığı ile tartışıyoruz.
Tezlerimizi desteklediğini düşündüğümüz olaylara, doğruluk payını bilimsel olarak tespit etmeden hemen geçerli argüman muamelesi yapıyoruz. Sağlam temellere dayanmayan tezler, günün sonunda tartışmaların bir fayda elde edilmeden unutulmasıyla son buluyor. En azından Türkiye’de yapılan tartışmaların çoğunluğu için bu özelliğin geçerli olduğunu söylemek mümkün.
***
Eskişehir’de yaşanan katliam ve deizm tartışmaları bu açmazı yine turnusol kağıdı gibi ortaya çıkardı. Eskişehir’deki katliamı sağduyulu olarak anlamaya ve değerlendirmeye çalışanlar oldu ancak kamuoyundaki genel eğilim, bu dramın siyasi tezleri doğrulayan bir argümana dönüşmesi. Dört masum insanın hayatını kaybetmesi, bu trajedinin en az dikkat çeken gerçeği oldu. Katilin, kurbanların ya da üniversite idaricilerinin FETÖ mensubu olabileceğinden hareket eden farklı siyasi görüşteki insanlar, katliamın “ne denli kaçınılmaz” kendilerinin de “ne kadar haklı” olduğunu ispatlamaya çalıştı.
***
Ancak olay hakında kurbanların mesai arkadaşları tarafından kızgınlık ve öfke ile dile getirildiği açık mesajlar ile katil zanlısının ifadesinin medyaya yansıyan küçük bir kısmından başka somut bir veri hemen hemen hiç yoktu. Katilin neden böyle bir eyleme giriştiği hiç şüphesiz dikkatli bir sorgulama ve araştırmayı gerektiriyor. Dramın kendisini unuttuk olayı kurban yakınlarının acılarına saygı göstermeden, işimize yarar bir siyasi öyküye dönüştürdük. Muhtemeldir ki Türkiye’de her dramatik olayda yaşandığı gibi, bu olay da gerekli dersler çıkarılmadan toplumsal hafızamızın kayıtlarından kısa süre içinde silinecek.
***
Aynı şablonla yürütülen bir diğer tartışma da deizm tartışmaları. Bilimsel yeterlilikleri tartışma getirmeyecek önemli ilahiyatçılar gençler arasında yaygınlaşan deizm olugusuna dikkat çekti. Anlaşılan o ki gözardı edilemeyecek ciddi bir sorun. Ancak muhafazakar lümpenliğin, geçmişinin yeniden ihyası adı altında, hamaset ve sığlıktan başka bir şey üretmediğini düşünen (ki bunlara bu satırların yazarı da dahildir) kesimde bu uyarı sanki ispatlanmış bir bilimsel gerçekmiş gibi algılanarak teoriler üretilmeye başlandı. Saygın bilim insanlarının ve kanaat önderlerinin dikkat
çektiği bu algı, hiç bir bilimsel araştırma yapılmadan bir olguya dönüşmüş oldu.
***
Deizm düşüncesinin yaygınlaşmaya müsait çevre şartlarının olduğunu gözlemlemek ayrı şey, deizmin kitlesel bir inanınışa dönüşmeye başladığı ve önümüzdeki bir kaç yıl içinde gençlerin tümüne sirayet edeceğini iddia ettmek ayrı şey. İkincisini iddia edebilmek için, farklı bilimsel araştırmalar ve saha araştırmaları yapmak gerekiyor. Yapılacak eleştiri ve uyarılar bu bilimsel çalışmaların yapılmasına yönelik olabilir, yoksa bu çalışmalar yapılmış ve bitmiş gibi sonuçlar çıkarmaya yönelik değil.
Eleştirmek ve uyarmak demokrasinin vazgeçilmez unsuları. Ancak eleştirileri yapanların önemli bir görevi var. Sunulan tezlerin herkesin kabul edebileceği, genel kabul görecek nesnel verilere dayanması gerekiyor. Yoksa hep eleştirdiğimiz hamaset kültürünü farkında olmadan ihya etmekten başka bir şey yapmış olmayız.