Memleketimden devrim manzaraları
Sayıyı anmasak da olur.
15 Temmuz’un birinci yıldönümünde gerçekleşen anma törenleri muhteşemdi
Gerçek bir halk devrimi kutlaması.
Gece ve sokaklarda her yaştan ama her yaştan milyonlar.
Şehitler Köprüsü gecenin içinde bir samanyolu.
Şehrin bütün sokakları, ülkenin bütün meydanları. Böyle ilk defa.
Hilâl ve yıldıza sarılmış çocuklar, gençler arşınlıyor memleketin bütün sokaklarını.
Neyi arıyorlardı, neye yürüyorlardı?
Ve salâlar vatanın bütün minarelerinden yükseldiğinde gerçekte duyulan neydi gecenin tam içinde?
Kimsenin burnu kanamadan ülkenin en büyük hareketini gerçekleştiren Millet, şehitlerine yakışan vakar içinde evlerine girerken ne hissediyordu?
Meclis’teki Kur’an sesleri…Diyanet İşleri Başkanı’nın ettiği dua. Sonra Başkomutanın net, gür, açık bir kararlılıkla yaptığı o konuşma!
Memleketimden, iç açan yüzlerce insan manzarası.
Ölçemediğimiz bir zaman aralığında bir anlığına güzelleşen dünya!
Hayır aval aval bakıp kendimizden geçmedik.
O sırada Kudüs! O sırada anlam coğrafyamızdaki paramparça diğer şeyler. Hepsi aklımızdaydı.
Nasıl unutalım? Hainliklerin tümü de aklımızdaydı.
Ama işte gecenin bir yerinde kendimizin ve Milletimizin içinde bir anlığına kaybolmadan yapamadık ne var bunda? Kaç defa daha böyle bir ânı yaşayacağımızı bilmiyoruz ki.
Ve bilmiyoruz böyle bir ânı yaşamakla yaşamamak arasındaki uçurumun derinliğini.
Halk bir defa daha Batıya doğru yürürken, ‘gözlerin kısılıp bize bakıldığının’ farkındaydık.
İki yüz elli can her zamankinden fazla diri, her zamankinden fazla aramızda değil miydi o gece?
Boğaziçi her zamankinden mavi değil miydi ânın içinden akarken?
Yeni Türkiye ikinci defa sokağa inmişti o gece.
Görüldü.
Niye heykel anlatsana
Nerede olduğu önemli değil, burada resmini gördüğünüz bir Nasreddin Hoca heykeli yapılmış. Sosyal medya bu heykelle sallanıyor bir süredir. Evet görüldüğü gibi sanat sarsıcıdır, sallar.
Bazı densizler ‘benim ilkokuldaki çocuğuma söylesem daha iyisini yapar’ derken, bazı başka densizler de şöyle yorumlar yapıyor:
Nasreddin Hocanın heykelini yapmışlar. Hoca bakmış “Eşek nerde?” Demiş.
“Yaptırırız” demişler”
Hoca “Heykeli yapan eşeği sordum” demiş.
Ne kadar ayıp, ne kadar câhilce bir eleştiri. Başka bin türlü yorumlar da mevcut.
Efendi, sanatla hele de heykel sanatıyla ilgin yoksa öyle atıp tutmak yerine çayını sandalyeni alıp temaşâ ve sanat tefekkürü içün bu heykelin karşısına geçip saatlerce oturacak, yetmedi yemekten sonra bir seans daha yapacaksın.
Bazan renklere dalacaksın, bazan o sürme çekilmiş gözlere. O yoğurdun birden tuttuğunu tahayyül edeceksin, orada göl olmasa da. Çünkü sen o fıkrayı biliyorsun ve oradaki kamusal folklorik soyutlamayı anında çakozlayacaksın tamam mı. Yoksa git marketten yoğurt al, cacık yapıp ye, sanat senin neyine?
Heykel bu boru değil.
28 Şubat döneminde bir tür düpedüz boru olan ve Beşiktaş’a dikilen, üstelik de tonla kamu parası ödenen, ve ‘anıt’ diye de ayrıca payelendirilen şeyi de şey yapalım bu arada.
Barbaros Bulvarı’ndan inerken üç dakikalık Kızkulesi’ne bakma zevkinin de üstüne tüy diken o ‘anıt’ da dâhil, yeniden açalım şu defteri.
Zaten şimdi ilçe belediyeleri yepyeni bir furya başlattı: Beldeyle alâkalı akla ilk gelen figürün ilk ve ilkel çağrışımı neyse hooop ‘heykel’ oluyor.
Çatalda köfte mi istersin, zeytin mi, mısır mı, enginar mı? Her şey.
Kars’taki tartışmayı hatırlayalım.
Neyse, heykel derin mevzu. Ama bence estetik güvenlik açısından ulusal bir soruna dönüşmek üzere.