Kurtarıcılardan kurtulamamak
Din var, dindar insan var, dini seven ama câhil olduğu için din diye yanlış bilgi ve algıların kurbanı olan insanlar var, varoğlu var.
Bir de dini farklı dozajlarda kullanan, kişisel veya gurup menfaatleri için din sosunu şu veya bu ölçüde istismar eden değişik yapılar, yapılanmalar var.
Ülkede gün geçmiyor ki bu tür yapıların verdiği zararlardan biriyle karşılaşmayalım. Daha ne olacak yahu, 15 Temmuz’u yeni andık.
Ama bambaşka guruplar da aktüel olarak tartışılıyor.
Bunların bir kısmının mâlî ve siyasî uzantıları var, bir kısmı ‘devleti ele geçirmek’ için çalışıyormuş, bir kısmı kendisini mehdîyanik bir vazife ve oluşum içinde görüyor, bir kısmı oturduğu yerden her gün peygamberlik iddiasını neşre devam ediyor vs vs.
İlahiyat Fakülteleri mi dediniz? Demeyin üzülürsünüz.
Diyanet mi buyurdunuz?
Televizyonlarda saatlerce tartışıp birbirine doğru bir milim bile yaklaşmayan uzmanlar mı dediniz?
Ne dediğinizi tam duyamasam da can sıkıcı bir şey olduğu açık.
Bir yanıyla benliğimizin derinliklerine alabildiğine uzun bir bilinç yolculuğu ve bunun sonuçlarını dış dünyamızda da yaşayabilme uğraşı;
Bir yanıyla da alabildiğine toplumsal bir etki ve sonuçlar manzumesi.
Kitabı, Hz. Peygamberi, öğretisi, esasları ve hedefleri çok açık bir din, nasıl olabiliyor da madrabazların, şarlatanların elinde insanların hayatını mahveden veya onların dünyevî iktidarlarını gerçekleştirmeye yarayan bir araca dönüşüyor?
O nur yüzlü babaannenin yüzündeki, kalbindeki, kafasındaki duruluktan mı ibaret bazı şeyler? Yoksa gözleri fıldır fıldır dönen bir din yamyamının bağıra çağıra kafamıza sokmaya çalıştığı cennet yahut cehennem retoriklerinde mi?
Tek cemaat câmi cemaati, gerisi yalan mı?
Allahu ekber! Gerisi fâni.
Burası Türkiye, burada kurtarıcılardan kurtulamamak sorunu gündemden düşmedi.
Dinin sahibi elbette Allah’tır ve fakat din istismarının bu kadar yoğun olduğu bir toplumsal işleyişle nereye kadar?
Tolstoy
Tolstoy, tam bir yıl süresince, tutkuların, boş gururların, insan acısının köklerine indiği bu cehennemden çıkıp da 1855 kasımında, Petersburg’un yazın adamları arasına katılınca, onlara karşı bir tiksinti ve küçümseme duygusuyla doldu içi. Her şeyleri düşkün, her şeyleri yalancıymış gibi geliyordu ona. Uzaktan bir sanat parıltısı içinde gördüğü bu adamları -Turgenyev’e hayran kalmış, çok yakın bir geçmişte Ormanda Kesim’i ona armağan etmişti-, yakından görünce, acı bir düş kırıklığına uğradı. 1856 yılında alınmış bir resim kendisini bunların: Turgenyev’in, Gonçarov’un, Ostrovski’nin, Grigoroviç’in, Drujinin’in arasında gösterir. Ötekilerinin kendilerini bırakmışlıkları içinde, sert ve keşişsi duruşu, kemikli başı, çukurlaşmış yanakları, katıca kavuşturulmuş kollarıyla, insanı çarpar. Bu yazın adamlarının ardında, üniformayla, ayakta dururken, Suarès’in incelikle belirttiği gibi, “bu adamlardan biri olmaktan çok, onları bekler gibidir: neredeyse bunları alıp hapse götürecek diyeceği gelir insanın”.
Bununla birlikte, hepsi de, hem yazar, hem Sivastopol kahramanı şanıyla aralarına gelen bu genç meslektaşa kucak açıyordu. Sivastopol sahnelerini okurken ağlamış ve “Yaşa!” diye bağırmış olan Turgenyev, kardeşçe elini uzatıyordu ona. Ama iki adam anlaşamazdı. Her ikisi de dünyayı aynı duru bakışlarla görüyordu, ama gördüklerine düşman ruhlarının rengini karıştırıyorlardı: biri alaycı, heyecanlı, âşıktı, gözleri iyice açılmış, aldanmaz olmuştu, güzelliğe tapıyordu; öteki sert ve mağrurdu, ruhsal düşüncelerin bunalımı içindeydi, gizli bir Tanrı taşıyordu içinde. (...) Romain Rolland- Tolstoy’un Yaşamı- YKY
Anti sözel menü
Bir kafe menüsü ve fiyat listesi gördüm sosyal medyada. Galiba sözelciler bu kafede açlık susuzluktan ölsün diye yapılmış. Böyle zulüm olur mu yahu?