İt oynamış ilahiyat bahçesi
Hatırlarsınız, seksenli doksanlı yıllarda dine ait tartışmaların bir modası vardı. Esasen her dönemde ilahiyat tartışmaları toplum için vazgeçilmez bir alan olarak tebarüz etmiştir.
Çoğu program ‘etme câhille sohbet’ bağlamına otursa da, televizyonun seyir ve eğlence mantığı içerisinde bu tartışmalar ilgi görüyor, izleniyor, kamuoyunda anlık ilgilerin odağı olabiliyor.
Deizm, ateizm, sünnet, hadis, tasavvuf, namaz gibi kavramlar gündelik bazı haplar gibi ağızlarda gevelenip durmakta. Elektronik arenada, şovmenlerin yanında değerler de aşınmanın bir parçasına dönüşüyor.
Şimdi yeni bir ‘trend’ var bu alanda.
Hiçbir temsil kabiliyeti olmayan kişi ya da olaylar üzerinden dini savunuyormuş gibi yapıp dindarları ve dini sözümona aşağılama pozisyonu.
Olay eskiymiş, saldırılan kişi ismi verilen kişi değilmiş, görüntülerin içeriği yapılan tanımlamalarla ilgisizmiş ne gam! Herifçioğlunun aşağılaması gelmiş, kusması gelmiş; o sözü söyleyecek. Başka yolu yok.
Buna bir de muhtelif ‘cemaat’ kliklerinin örgütlü ve yer kapma amaçlı operasyonel çalışmalarını ekleyin. Alın size it oynamış ilahiyat bahçesi.
Diyelim son beş yıl içinde ekranlardaki ‘dinî’ muhtevalı tartışma programlarının başlık ve içerik dökümü yapılsa da hangi havanlarda hangi sular dövülmüş ve toplumun dinî duyarlığına ne katılmış, yahut ondan ne eksilmiş bir görebilsek.
Birilerinin egolarını şişirme, birilerinin iktidar alanında kendisine yer açma şaklabanlıkları ürkütücü boyutlara geldi.
Herkes gidici din kalıcıdır.
Bireysel yamuklukları, yahut ‘cemaat kliği’ niyet ve çabalarını din alanından ve din adına savunma, tefsir, te’vil çapaçulluklarına dur diyecek bir mercî yok gibi gözüküyor. Yok mu? Fakat bilirsin bayım, Hak sillesinin sadâsı yoktur, amma ...
Bir müslümanın şaşmaz, ezel/ebed ölçü alacağı insan bellidir; Efendimiz (sav). Kıyamete kadar tahrif edilmeden korunacağı va’dedilen ve korunan kaynağı da ortadadır.
İnançlar, müntesiplerinin yanlış eylemlerinden sorumlu tutulamaz.
Tamam yüzyıllardır dağınığız ve bunun bilinen sebepleri var.
Ama edep yâ hû. Düşün artık şu dinin yakasından. Bahçede bu kadar oynamak kâfî. Şimdi herkes kulübesine gitmeli.
İmanî değerler hiyerarşisindeki belirgin kuşbeyinliklerin, neyi neyin önüne koyduğuna bir daha bakılmalı.
Din senin mülkün değil, ancak sen bir inanca dâhil olabilirsin ve onun hudutlarını da Dinin sahibi çizmiştir, oynama!
Allah bes, bâkî heves.
ADANA ULU CAMİİ’NDE BİR SABAH
Herkes İstanbul’a dönerken, bendeniz çoğu zaman yaptığım gibi İstanbul’dan yola çıkıp 1200 kilometrelik bir yolculuğun içine daldım.
Yollar benim gittiğim istikâmette boş olduğu için olağanüstü rahat biçimde seyreden yolculuk, kimi zaman yoldaki bir dostu ziyaretle, kimi zaman şehrinden geçtiğim bir dostu telefonla aramakla zenginleşti. Bir sofraya nerdeyse zorla oturtulduğum dahi oldu. Olur tabii, özellikle bu bir mantı sofrasıysa.
Seyahatin Adana kısmında tuhaf ve cansıkıcı bir şey oldu. Aslında bu durum bir çok câmimiz için geçerli.
Tam sabah namazı vaktinde girdiğim Ulu Câmi’de İmam Efendi henüz Kur’an okuyordu. Bilenler bilir Şam Emeviye Camii’nin mimarisi bölgedeki birçok cami gibi Adana Ulu Camii’ni de etkilemiştir.
Olağanüstü sadeliğiyle beni her gördüğümde çarpan bu camimizin ne yazık ki sabah namazı saatinde cemaate hizmet veren tuvalet ve şadırvanı kapalıydı. Sebep? Orayı özel bir şahıs işletiyordu da ondan.
Benzer duruma Kasımpaşa Cami-i Kebir’inde de şâhit olmuştum. İşletmeci şahıs namaz vakti tuvaleti kilitleyip câmiye gidiyordu! Böyle bir şey olabilir mi? Bir şehrin Ulu Camisine namaz kılmaya gidiyor ve abdest alamama tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Diyanet uyuyor, Müftülük uyuyor değil. Sadece çözüm üretme mekanizmaları dumura uğramış. Be adam, sen gelmiyorsan verirsin anahtarı İmam Efendi’ye, öğleye kadar mı uyursun, ikindiye kadar mı kimse sormaz. Fakat bu rezalet nedir? Her nasılsa avluda akabilen bir tek çeşmeden abdest alıp sabah namazını İmam Efendinin müthiş güzellik ve hüzündeki kıraatiyle edâ ettikten sonra biraz dertleştik. İmam Efendi teessürlerini ifade ettikten sonra, camiyi dünyanın her yanından gelen insanların ziyaret ettiğini ve çok temel bazı ihtiyaçlar olduğunu belirtti. Fakat ne yazık ki Anıtlar Kurulu engelinin aşılamadığını, bir çözümsüzlük içerisinde olduklarını ekledi.
Türkiye’nin kronik vakalarından biri de bu kısır döngü. Bir şey yapılaçak ve tarihi çevreye zarar vermeden yapılması da belki mümkün, ama kimse çözüm için akıl üretmiyor, “yasak hemşerim” diskuru herkes için daha konforlu bir söylem ve tutum olarak varlığını sürdürüyor.
Halbuki Adana’dan hemen önce biraz nefes aldığım Ulukışla’daki Kışla Camii’nin bahçe köşesine inşâ edilen temiz, ferah ve kapıları kilitli olmayan, lambaları da açık tuvalet ve şadırvan müştemilatı, gece de ziyaretçiler için insanî işlevini sürdürüyordu. Şehirli olmak bu kadar uzun sürmemeli. Artık şu memlekete yerleşelim.
Birkaç hırtın hırtlık şovlarını da durduralım artık. Câmilerde kıldığımız namazın olmazsa olmazı abdesttir.
Abdest almak da, bozmak da camiye gelen biri için kaçınılmaz olduğuna göre, bu işlerin ücretli olmaktan çıkartılıp, ileri düzeyde bir hijyen ve dizaynla müslümanın hizmetine sunulması gerekir. Bunu da en iyi yerel yönetimler yapar. Örnek mi görmek istiyorsunuz? Zeytinburnu Merkez Efendi Camii’ne gidip, Zeytinburnu Belediyesi’nin yaptığı muhteşem şadırvana, tuvalete ve temizliğe bir bakınız derim. Bütün Türkiye için, bütün câmilerimiz için bir örnek neden olmuyor? Merhaba Diyanetimizin ve Vakıflarımızın sayın ilgili birimleri.
Merhaba, çok önemli işlerle uğraşmaktan bu b.ktan (!) işlere vakit ayırmayan sayın Belediye Başkanları.
ANONS
Kuzey Kore yaptığı son tehlikeli denemeden sonra küresel çapta şeytanlaştırılmaya çalışılıyor.
Bu canavarın akıl hocası kim acaba? İlk kim atmıştı ölümcül bombaları!