Hünnap
Ağustos sonundan başlayarak Eylül ayı boyunca tezgâhlara düşen bir meyve var; Hünnap.
Tadı da adı gibi müzikli, hoş bir meyve. Kendisini ne yazık ki yirmili yaşların sonuna doğru biraz geç tanıdım.
Bunda, hiç yaygın olmayışı kadar, diyelim Çarşamba pazarında bile yalnızca bir pazarcının tezgâhında görülmesi de etkin olabilir mi? Olabilir. Ona hınnap diyeni de gördüm, ünnabi diyeni de. Tadı ve şekli küçük elmaya benziyor ama değil. Bazıları ceviz büyüklüğünde olabiliyor, ama gerçek, yoğun hünnap tadını zeytin kadar olan cinsinden taam ederek idrak etmek mümkün. Gökhan Özcan’da çok sever hünnabı.
Bir sonbahar günü Kadıköy sokaklarında dolaşırken hünnap görünce anlamıştık bunu. Bir arkadaşım söylemişti: “Hünnap başka bir meyve ağacının aşısını kabul etmeyen tek ağaçtır” diye. Demek ki saf, orijinal bir meyve. Hünnap şeker karşıtı bir meyve olarak biliniyor. Bendeniz meyve ve sebzeleri şu hastalığa iyi geliyor, bu derdin çaresi gibi etiketlere göre yemediğim için, hünnabın şekere iyi gelmesi beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Hatta şeker yapsa bile, hünnap sevgim eksilmezdi diye düşünmekteyim. Şimdiye kadar, mevsiminde bulup da ikram ettiğim hiç kimse (Gökhan Özcan dışında) hünnabın adını ve tadını daha önce bilmiyordu. Demek ki gerçekten de çok az bilinen bir meyve.
Bazı kitaplar da böyle.
Bazı müzikler de.
Bazı insanlar da.
Dünya pazarında gezerken iyi bakınca görülebiliyor bazı şeyler. Bazısı o pazara hiç inmiyor. Geçip gidiyor sessizce. İçimizden gibi ama değil işte, dışımızdan.
Mektebin bacaları
(…) “Dersini almış da ediyor ezber” gibi eğitim – öğretimle bağlantı kurulabilecek türkülerimizden biri bu türkümüz de: “Mektebin bacaları / Ders verir hocaları” diye başlıyor. Türkünün ne anlattığı da önemli tabii ki, ama türkü içinde geçen bazı kelimeler var, bu kelimeler neredeyse hayatımızdan çıkıp gitmiş kelimeler. Artık kullananımız yok desek abartmış olmayız. Daha türkünün ilk kelimesi olan mekteb kelimesi mesela. Bugün artık bu kelimeye türkülerde, şarkılarda, bazı edebiyat metinleri dışında başka bir yerde rastlamıyoruz. Mekteb kelimesinin tedai ettirdiği birçok kelime var. Türkçemizdeki birçok kelime de bu kelimeyle akraba, bu kelimeyle aynı kökten geliyor. Bugün kimse okul kelimesi yerine mekteb kelimesini kullanmıyor. Kullanmıyor, çünkü Türkçenin sadeleştirilmesi ve yabancı kelimelerin tasfiyesi faaliyetleri sırasında Fransızcanın ecole kelimesinden hareketle okul kelimesi ikame edildi. Çünkü yabancı kelimelerin tasfiyesi hareketi ne yazık ki artık Türkçe haline gelmiş Arapça ve Farsça kelimelerin tasfiyesiyle sınırlandırılmıştı dersek hiç de abartmış olmayız. Türkçeleşmiş, ama köken itibariyle Arapça ve Farsça olan kelimeler, özellikle de dinî birer kavram haline gelmiş kelimeler atılmış, o kelimelerin yerine başta Fransızca olmak üzere İngilizce, Yunanca, Latince kökenli kelimeler ikame edilmiştir.
Bu kelime tasfiyesinin yapılmalı mıydı, iyi mi oldu, kötü mü oldu noktasında değiliz. Ortaya çıkan sonuç hepsinden daha önemli. Yapılan yapıldı çünkü. Artık bu meselenin yapılmalı mıydı kısmında elimizden gelen bir şey yok. Bu noktadan sonra yapılabilecek en acil şeylerden biri unutulmaya terkedilmiş, hatta unutulması için özel gayret sarfedilmiş bazı kelimelere yeniden hayat imkânı sağlamak olmalı. Dilimiz, Türkçemiz çok fakirleşti çünkü. Mekteb kelimesini ele alalım mesela. Hayatiyetinin kalmadığına neredeyse iknaolduğumuz mekteb kelimesi Türkçemizdeki birçok kelimeyle aynı kökten. Çok zengin tedaileri olan bir kelimemiz. Öncelikle bir çırpıda sayabileceğimiz kelimeleri sıralayalım isterseniz. Mektup, kitap, kâtip bu kelimelerden sadece üçü. Bu kelimeler köken itibariyle Arapça kelimelerdir. Hepsi de ketebe kök kelimesinden türetilmiş kelimelerdir. Türkçemize yerleşmiş, hatta Türkçe haline gelmiş kelimelerdir. Bereket her üç kelime de halen Türkçemizde hayatiyetini devam ettiriyor. (…) Ali Sali- ÇETO sayı 5’ten.
Eğitim derken...
Eğitimde iliklerinde hissetmek... İki kere altının kaç ettiği sorulunca coşkuyla verdiği oniki cevabının ardından gelen yedi kere sekiz sorusunun bol yutkunmaya sebep olduğunu biyoloji dersinde değil matematikte öğrenir çocuk.
Edebiyatın önemini on dakika boyunca bahsettiği ve sonuna doğru farkettiği yenilebilir enerjinin aslında yenilmediğini arkadaşlarına anlatmak için can havliyle ’işte bu yenilenebilir enerji o kadar zararsız ki tut ye’ dediğinde anlar. Gerçek hayatta ne işe yarayacağını bir türlü anlayamadığı o tuhaf fizik problemlerinin değerini babasına boş bulunup ’saçmalama istersen’ demesinin ardından ne yaptığını fark edip kapıya bakıp aradaki mesafeyi katetmek için gereken minimum süreyi en iyi şekilde değerlendirdiğinde anlar çocuk Sosyolojinin ne anlama geldiğini okulun ilk günü temmuz yerine yanlışlıkla teyemmüm demenin yazı Erdek’te değil kuran kursunda geçirdim demekle aynı şey olduğunu fark ettiğinde anlar. Eve döndüğünde tüm eğitim sisteminin aktarmaya çalıştığı değerler kavramını annesinin patates kızartması da yapabilecekken köftenin yanına bulgur pilavı yapmayı tercih etmesiyle anlar. Topu olanın oyunu kurduğu, kokudan ilk rahatsız olanın kabahatlinin kendisinin olduğu dünyaya böyle böyle hazırlanır çocuk. -Yazı ve çizgi –Gül Ezgi Karaman