Hastanın ve doktorun unuttuğu

Gün geçmiyor ki hasta ve doktor arasında yaşanan üzücü, tatsız bir haber duymayalım. Esasen duymaya, okumaya da gerek yok. Bir çoğumuz hastanede tatsız durumları yaşıyor ya da şâhid oluyoruz.

Kusurlu aramıyoruz, her iki tarafta da olabilir bu.

Kendisini yarı tanrı zanneden, hastayı azarlamaz ve asık suratla konuşmazsa onun iyileşmeyeceğini zanneden doktor gurubu da var; bir hasta olduğunu o halde hastanenin onun önünde eğilmesinin hakkı olduğunu düşünen hasta gurubu da var.

Karadeniz’de bir hastanede yaşanan ve 82 yaşındaki hasta yakının ölümüyle sonuçlanan durum ise başlı başına değişik bileşenleri olan bir vak’a.

Olayı herkes değişik mecralarda defalarca görüp izlediği için yalnızca şu soruları soralım:

1- Doktorun evde yatan hastayı –mevzuat gereği- görme isteği, yaşlı adamın (eş) elindeki rapora rağmen yerinde midir? Sayın doktor hayatın her alanında mevzuatlara bu kadar sıkı uymakta mıdır? Somut durumda o mevzuatı devre dışı bırakma ihtimali olan başka bir yasal evrak (evde yatan hastaya ait rapor) gereken hassasiyetle değerlendirilmiş midir?

2- Beyaz kodla güvenlik çağrılmış ve tabii gelmiştir. Yaşlı adam haklı olarak hiç hesapta olmayan bu uygulamaya direnmiş ve güvenlik de ters kelepçe ve akabinde biber gazı ile yaşlı adamı etkisiz hâle getirmiş, adam bu sırada kalp krizi geçirmiş ve ölmüştür. Bu güvenlik görevlilerini bu kadar haşin davranmaya iten şey nedir? Adamın yaşlı ve savunmasız oluşu mu? Tehlikeli ve her an dünyayı havaya uçuracak bir vehamet arzetmesi mi?

Gerçekten aşırı merak içindeyim, bu yaşlı adam, iri yarı ve aksi bir tip olsaydı da güvenlik güçleri aynı haşinliği böyle kolayından gösterebilir miydi?

3- Doktor ve güvenlikçiler soruşturma için açığa alındı. Sonuç ne olursa olsun o yaşlı adam geri gelmeyecek. Şimdi soralım, değer miydi?

Sağlık alanında gerçekten bir devrim yaptığımız doğru. Şu anda Avrupa ve Amerika sağlık sistemlerinden öte bir sağlık hizmetini devletin kanatları altında ve adeta bedava verdiğimiz de doğru.

Fakat nasıl ki tarihî alanları ihyâ ettiğimizi düşünürken her yeri granitle kaplayıp ecdada olan vefa borcumuzu ödediğimiz yanılgısına düşüyorsak, devasa hastane binalarını yapıp, içerisini milyarlık cihazlarla doldurduğumuzda da sağlık alanında gereken her şeyi yapmış olmuyoruz.

Toplumsal arka plandaki değerler savrulması sağlık, trafik, güvenlik gibi her gün yüzyüze olduğumuz gündelik hayatta trajik biçimde suratlarımızda patlıyor. Başına gelen bir sağlık sorunu sebebiyle duyguları ve algıları değişen hasta ve hasta yakınları ile, her gün gördüğü sağlık sorunları karşısında robotlaşan ve hastayı nesne gibi görmeye başlayan tıp görevlisinin unutulmuş asgarî insanlık düzeyinde buluşabilmesi gerekiyor.

Bu buluşmayı kim gerçekleştirecek? İletişimciler mi, şiddet mi, yasalar mı, vicdan mı? Bilemiyorum.

18-07/30/ekran-resmi-2018-07-30-225854.png

İstanbul’daki çekici terörü!

İstanbul’da araba ve otopark denklemi şöyle: Araba çok, otopark az değil, çok az. İspark kamuya ait caddeleri, sokakları, boş alanları otopark yapıp, para basmaya başladığı halde bu böyle. Otoparklar yetersiz.

Bu sebeple vatandaş bazan boş bulduğu ve trafiği aksatmayacağını düşündüğü bir yere arabasını park etmek zorunda kalıyor ve fakat geri döndüğünde arabasının yerinde yeller estiğini görüyor. Ne bir sebep var, ne de arabanın nerede olduğuna dair bilgi. Vahşi ve yersiz bir cezalandırma biçimi.

Şu anda birden fazla kurum, şehirde sürekli dolaşarak av arıyor. Bazan parkettikten beş dakika sonra bile arabalar çekilebiliyor. Genellikle bir vakıf veya dernek şemsiyesi altında ve bir trafik polisi de istihdam edilerek yapılan bu çekme işlemleri binlerce, onbinlerce şikayete rağmen çözülemiyor.

Bu alana ilişkin vatandaşın bazı soruları şunlar:

A) Trafiği hiç aksatmadığı açık olan, bulunduğu yerde park etmeyi kısıtlayan bir işaret ve levha da bulunmayan araçlar hakkında neden çekme işlemi uygulanmaktadır? Yapılması gereken sadece ceza yazıp, arabanın camına iliştirmek değil midir?

B) Aynı yerde parkeden bütün araçların aynı işleme tâbi tutulmaması neyle izah edilmektedir?

C) İstanbul’daki trafik polisleri zaten yetersiz iken, neden bu alanda meşgûl edilmektedir? Yasal olmayan bu araç çekme işlemleri için trafik polisleri bir aksesuar olarak mı kullanılmaktadır?

D) Arada bir bir avukatın harekete geçerek, hem işlemi iptal ettirdiği, hem de o çekiciyi trafikten men ettirdiği haberleri okuyoruz. Herkes avukat değil veya uğraşacak takati yok. Ama demek ki mahkeme bu işlemi her defasında haksız buluyor.

Mahkemenin her defasında hukuka aykırı bulduğu bu işlem nasıl oluyor da her gün İstanbulluların canını yakmaya devam ediyor?

Yeni sistem bu hukuksuzluğa dur diyecek mi? Yoksa sağır sultanın bile duyduğu muhtelif şaibelerle ma’lul bu uygulama aynen olduğu gibi devam mı edecek?

E) Usulsüz yere park edildi diyelim? Nasıl oluyor da bir dernek, yasal park cezasından daha yüksek bir meblağı anında tahsil ediyor? Daha düşük olan yasal ceza belirli bir süre sonra adresinize geliyor ama o dernek ve otopark cezasını ödemeden aracınızı oradan alamıyorsunuz? Bu nasıl bir işleyiştir?

F) “Asabiyim Ben” isimli küçük filmlerden oluşan bir film var. İzlemeyenlere öneriyorum. Çünkü orada bir de bu konuyla ilgili bir film var.

YORUMLAR (22)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
22 Yorum