Yaptırımlar ve Türkiye
Dünyanın pek çok yerinde ve tabii ki Türkiye’de de AB’nin ve ABD’nin uygulayabileceği yaptırımları çok yazıldı, çok konuşuldu. Fakat AB’nin 10-11 Aralık zirvesinden yaptırım kararı çıkmadı. Birlik, Yunanistan ve GKRY ile dayanışma mesajı yayınladı, Türkiye ile de diyalog kanallarının açık olduğunu, pozitif gündeme dönmek istediğini ilan etti. ABD ise iki gün önce Türkiye’ye karşı CAATSA yasasının öngördüğü 12 yaptırımdan hafif sayılabilecek beşini uygulamaya koydu.
Türkiye haklı olarak tepki gösterdi ama ne AB’nin Mart ayı diye tarih vermesini, ne de ABD’nin kendisine karşı yaptırım uygulamasını abarttı, daha ziyade fiili durumun devamı olarak gördü. Dışişleri Bakanlığı ABD’ye pazarlığa açık olduğu mesajını verdi, önerilerimizi ve zamanında S-400 yerine Patriot almak istediğimizi hatırlattı. AB için de hemen her düzeyde stratejik tercih olduğu vurgulandı.
Kısacası AB-Türkiye, ABD-Türkiye ilişkileri bazılarının beklediği gibi ağır yaralar almadı, ekonomimiz daha da fazla sarsılmadı. Biden yönetimi ile yeni bir başlangıç yapmak, AB ile pozitif bir gündem yakalamak için gereken zemin zarar görmedi. Belli ki kimse Türkiye’yi daha fazla yabancılaştırmak, Rusya ve Çin’i safına itmek istemiyor. Mülteci kozunun, Suriye, Libya ve Dağlık Karabağ’daki oyun kurucu rolünün farkına varıldığı anlaşılıyor.
***
Umarım Türkiye de bu fırsatı iyi değerlendirir, üslup değişikliğine gider, dünyadaki algısını, dolayısıyla da pazarlık gücünü etkileyen demokrasi ve insan hakları eksikliklerini bir an önce giderir. Biden’ın kurulması için çalışacağını söylediği demokrasiler platformu içinde hakkettiği yerini alır, kendisine uygulanan ya da uygulanması düşünülen yaptırımları daha güçlü ve daha etkili bir şekilde eleştirmek imkanını elde eder.
Çünkü ne AB, ne de ABD haklı. Her şeyden önce Doğu Akdeniz’de biz de varız. Kimse Türkiye’yi keyfi deniz yetki alanı sınırlamalarıyla İskenderun Körfezine hapsedip, hidrokarbon yataklarından yararlanma imkanından mahrum edemez. İkincisi, BM Güvenlik Konseyi 1964’de bir karar verdi, o karar da yanlış yorumlandı diye Kıbrıs adasının bölünmüşlüğü, bölünmüşlüğün giderilmesi için 50 yıldan fazla süredir çalışıldığı göz ardı edilmez.
Daha da önemlisi Türkiye’nin hangi hava savunma sistemini kimden alacağı kendi egemenlik yetkisi içindedir. Ne NATO üyesi olması, ne de F-35 programına dahil olması bu gerçeği değiştirir. İmzacısı olduğu hiçbir bağıtta ya da uluslararası hukuk kuralında da emredici bir hüküm bulunmamaktadır. Türkiye’yi bağlayacak olan egemenlik ihracı içeren CAATSA yasası değil BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarıdır
S-400’lerin alınması siyasi açıdan hatalı bir karar olabilir. Teknik açıdan kullanılması sorun yaratabilir. Bunların hepsi tartışmaya açıktır. Fakat CAATSA ya da başka bir ABD yasasının veya kuralının Türkiye’nin tercihleri açısından hukuken bağlayıcı olmadığı nettir. CAATSA yasasından rahatsız olan AB de kendi içinde değerlendirmeye gitmiş, çıkartabileceği sorunlar ve verilebilecek tepkiler üstünde çalışmıştır.
Ayrıca F-35 gerekçesi de tatmin edici değildir. S-400 sistemlerinin yakınında bir şekilde uçacak olan F-35 uçaklarının sistem güvenliğinin nasıl olup da sadece Türkiye’nin iki sistemi birlikte kullanması halinde zafiyete uğrayacağı da bildiğim kadarıyla kimse tarafından açıklanmamıştır. Oysa asıl endişe etmesi gereken S-400’ü NATO ülkesi Türkiye’ye satan Rusya olmalıdır.
***
Eğer Biden yönetimi gerçekten liberal bir uluslararası düzen inşa edecekse, John Ikenberry’nin yeni yönetimin başucu kitabı olacağı söylenen A World Safe for Democracy’de tarihini 200 yıl öncesinden başlattığı, modernleşmeyle birleştirdiği, nihai çöküşünü Trump’la ilintilendirdiği sistem yeniden canlandırılacaksa, o zaman zaten önce kendi keyfi düzenlemelerinden başlamaları, egemen eşitlik prensibini hatırlamaları şart.
Ben AB ve ABD konusunda çok umutlu olmasam da, her ikisiyle de konuşmanın, ikna etmeye çalışmanın, kendimize zarar verecek retorik çatışmalarına girişmektense, müzakere etmenin, diplomasiye fırsat tanımanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Bizim yapmamız gereken ne Doğu Akdeniz’den, ne de S-400’lerden vazgeçmek ama sorunları yönetmek, haklılığımızı anlatabileceğimiz platformların içinde yer almak, güç kullanmak zorunda kalmamak.
AB ve özellikle de ABD her zaman rasyonel davranamıyor. En az bizim kadar duygularıyla, tepkileriyle siyaset yapıyor. İttifak, müttefik deyip terör örgütüyle dahi işbirliğine girebiliyor. Hukuktan bahsederken en temel normları unutabiliyor. Bu yüzden de onlarla konuşmamız, anlam dünyalarına hitap etmemiz, beklentileri içinde kendimize yer edinmemiz, hatta beklentilerini yönlendirmemiz, stratejik ve etik ağırlığımızı hissettirmemiz karşımızdaki sorunların çokluğu ve büyüklüğü düşünüldüğünden her zamankinden daha fazla önem arz ediyor…