Teröre karşı ortak mücadele
Brüksel saldırısı sonrasında AB ülkelerinin Türkiye’yi daha iyi anlayacağı, Türkiye’nin teröre karşı verdiği mücadeleyi destekleyeceği yolunda bir beklenti oluştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı bir konuşmada, kanaat önderleri yazılarında teröre karşı ortak strateji benimsemenin zamanının geldiğini vurguladı. Hatta bazıları mülteci sorununda olduğu gibi terör konusunda da AB-Türkiye arasında uzlaşmaya varılmasının şart olduğunu belirtti. Tabii ki kast edilen sadece IŞİD’e karşı işbirliği değil PKK’ya karşı da işbirliğiydi.
Umarım bu beklenti Avrupa’da da yankı bulur, PKK eylemleri konusunda da aynı hassasiyet gösterilir, listelerde terör örgütü olarak kabul edilen PKK fiilen de terör örgütü muamelesi görür. Ama doğrusunu isterseniz ben sadece umuyorum. Brüksel saldırısının Belçika da dahil AB ülkelerinin PKK’ya bakışını tek başına değiştirmeye yetmeyeceğini, farklı değişkenler devreye girmediği sürece resmen başka, fiilen başka tutumlarını sürdüreceklerini düşünüyorum.
***
Nedenlerim muhtelif. Bazıları bizden, Türkiye’nin politikalarından kaynaklanıyor. Bazıları da onlardan. Bizden kaynaklanan nedenler aslında hepimizin malumu. Ciddi bir imaj sorunumuz var. Üstelik de insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi konulardaki performansımız Avrupa’nın kendi tanımlamakta kullandığı değerlerle örtüşmüyor. Detaya girmeden hemen belirtmekte yarar var, sözümüzü dinletmek için kendimizi değiştirmemiz, imajımızı tazelememiz, dünya ile de barışmamız gerekiyor.
Onlardan kaynaklanan nedenlere gelince: İlki genel. Bir ülke bir tür teröre maruz kaldı diye her tür teröre karşı çıkmaz. Ahlaken karşı çıkması, empati yapması ve başkalarının da benzeri bir beladan neler çektiğini anlaması gerekir. Ama devletler de insanlar gibi bencildir. Olsa olsa kendilerine benzeyenlere, başka konularda sempati ve yakınlık duyduklarına karşı samimi dayanışma gösterirler.
İkincisi devletlerin çıkarları vardır. Belçika ya da başka bir AB ülkesi tavır değiştirirken ne kaybedeceğini, ne kazanacağını hesaplar. PKK’yı fiilen de terör örgütü olarak görürse, IŞİD’e karşı aldığı önlemleri ona karşı da alırsa, PKK şiddetinden bir şekilde kendisinin de nasibini alacağını düşünür ve çekimser kalır. Ayrıca PKK, PYD vasıtasıyla IŞİD’e karşı mücadelede çözüm ortağı olarak kabul edilmektedir. Hatta bazıları kendi güvenlik zafiyetlerinin faturasını Türkiye’ye kesmektedir.
Var olan şartlar altında Belçika başta olmak üzere AB ülkeleri yapacakları kar-zarar hesabında PKK’ya tolerans göstermeyi tercih edeceklerdir. Türkiye’nin yapması gereken bu hesabı değiştirmek, kendi ağırlığını AB nezdinde arttırmaktır. Daha demokratik, insan haklarına tam anlamıyla saygılı, hukukun üstünlüğünü tescil etmiş olan bir ülkenin özgül ağırlığı hiç şüpheniz olmasın ki PKK gibi tescilli bir terör örgütünün ağırlığından çok daha fazla olacaktır.
Üstelik Türkiye IŞİD’e karşı mücadelede siyasi anlamda aktif rol oynayarak da ağırlığını arttırabilir. IŞİD’in medeniyetleri çatıştırma hedefine ulaşmasına engel olabilir. IŞİD Paris, Brüksel ve daha başka yerlere toplumu sarsmak, ırkçılığı hortlatmak, Avrupa’da ya da Amerika’da İslam karşıtlığını canlandırmak için saldırmış olmasa da, saldırıların sonucunda olanlar tam da budur.
Batı’da oldum olası var olan önyargılar IŞİD’in saldırılarıyla daha da güçlenmiş, ABD’de Trump’ın başkan adaylığının, AB’de ise aşırı sağcı partilerin önünü açmıştır. Brüksel saldırılarından sonra Belçikalıların Araplara, Arap ve Müslüman kökenli insanlara -birbirleriyle vatandaşlık bağıyla bağlı olsalar dahi- farklı gözle bakacaklardır. Saldırılar sürerse gettolaşmanın, din temelinde kırılmanın keskinleşmesi, terörü çözüm gören insanların sayısının artması kaçınılmazdır.
***
Saldırıların bitmesi, IŞİD’in etkinliği askeri bir yenilgiyle kaybetmesi tabii ki mümkündür. Belki önleyici tedbirler ve istihbarat işbirliği de işe yarayabilir. Fakat tarih insanlar yenilgiye uğratılsa bile fikirlerin genellikle yaşamaya devam ettiğini, her yeni dalganın kıyıya daha güçlü vurduğunu göstermektedir. Dolayısıyla IŞİD ile fikri düzeyde de mücadele etmek gereklidir. Müslümanlara ve aslında herkese fanatizmin dışında da bir Müslümanlık olduğunu göstermek şüphesiz önemlidir.
Ama asıl önemlisi bir arada var olmanın mümkün olduğunu dünyaya göstermektir. Türkiye hem tarihten kaynaklanan tecrübesi, hem de yakın zamana kadar çok methedilen modellik deneyimiyle ve biraz da AK Parti’nin fabrika ayarlarına dönmesiyle bu rolü oynayabilir. İspanya ile birlikte şekillendirdiği, sonra da BM’ye devrettiği Medeniyetler İttifakı benzeri bir proje geliştirebilir. Ya da projesine sahip çıkabilir. Yeter ki istesin, yeter ki bu tür değişimlerin ve projelerin sadece bir tek sorununa değil, pek çok sorununa çare olacağını görsün…