Öznel bir Kıbrıs yazısı...
Kıbrıs sorunuyla ilk tanışmam 1967 krizi sırasında oldu.
Gelibolu’daki ilkokul arkadaşlarımdan böyle bir sorunun varlığını, asker olan babalarının bir süre eve gelemeyeceğini, belki de savaşmak zorunda kalacağını öğrendim. Sonra evdeki radyonun başında ailece geçirilen heyecanlı saatlerden gerilimin hafife alınamayacağını anladım. Derken hayatıma haritalar, coğrafya ve tarih dersleri girdi. 1974 yılında kazandığım üniversitenin açılmasını beklerken de harekat gerçekleşti.
Bir süre Kıbrıs’ı unuttum. Daha doğrusu okuduğum birkaç kitapla Kıbrıs hakkında her şeyi bildiğimi zannettim. 1990’ların sonunda sevdiğim, saydığım bir diplomatın Lefkoşa’ya büyükelçi atanması ve S-300 krizi Kıbrıs’ı tekrar hayatıma soktu. Pek çok kez Kıbrıs’a gittim, Yeni Yüzyıl’da okuyucuyu bıktıracak kadar çok Kıbrıs yazısı yazdım. O dönemden aklımda en çok Cumhurbaşkanlığı Konutu’nda Rauf Denktaş’la yediğimiz yemekler, onun anlattıkları ve yemek sırasında rejiminden yaptığı küçük kaçamaklar kaldı.
Birkaç yıl sonra da Annan Planı gündeme geldi. Çalıştığım düşünce kuruluşunda arkadaşlarımla birlikte plan üstüne raporlar hazırladım, yayınlar yaptım, planın kabulünü sağlamak amacıyla Kıbrıslı Rumlar ve Türkleri bir araya getiren toplantılar düzenledim. Plan Rumlar tarafından reddedilince de Kıbrıslı Türklerin haklarını koruyacak çalışmalara ağırlık verdim. Farklı platformların çatısı altında Washington’da, Brüksel’de, Berlin’de, Paris’te, Strazburg’da, Stockholm’de, Viyana’da, Krynica’da ve daha pek çok yerde etkinlikler gerçekleştirdim.
***
Çözümden de vazgeçmedim. 2004 sonrasında da Kıbrıslı Rum ve Türk kanaat önderlerini bir araya getiren, birine dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı, bizi grup olarak Dolmabahçe ofisinde kabule ettiği ve etkileyici bir konuşma yaptığı, onlarca toplantı tertipledim. Fakat ne toplantılar, ne de yayınlar sorunun çözümüne, Kıbrıslı Türklerin üstündeki ambargoların kalkmasına yardımcı oldu. Konuştuğumuz çoğu insan ilgiyle dinledi, bazen de hak verdi, çok ender olarak da söylediklerimizden, yazdıklarımızdan etkilenerek pozisyonunu gevşetti.
Ancak sonuç değişmedi. Ambargolar kalkmadı, Kıbrıs sorunu çözülmedi, yakın bir gelecekte de çözüleceğe benzemiyor. Almanya Yunanistan üstünden arabuluculuk yapmaya, sorunun türevleri yüzünden tırmanmasını önlemeye çalışıyor. Görünen o ki, tırmanma durdurulsa dahi sorun bilinen, kabul edilen parametreleri içinde kolay kolay çözülemeyecek. Ben ve benim gibi çözüm isteyen, Kıbrıslı Türklerin hakları korunsun diyen insanların başarısızlığı muhtemelen bir kez daha tescil edilecek. Yine de pişman değilim. İyi ki yaptıklarımı yapmışım, çözüm için çalışmışım diyorum.
En azından denedim, arzu ettiğim sonuca ulaşamadım ama adanın her iki kesiminde de çok iyi insanlar tanıdım. Kıbrıs’ı evim gibi hissettim. Uzun süredir gidemesem de onlarla olan ilişkilerim hep sürdü. Bazen sosyal medya üstünden, bazen de telefonla ve maille haberleştim. Kudret Özersay ve Özdil Nami üniversitemde yöneticisi olduğum birime gelip konuşma yaptı. Daha önce de Rum kesiminden AKEL lideri Andros Kiprianu’yu, doğrudan Kıbrıs’la ilgili olmasa da George Papandreou’yu ağırladım. Korona krizi hayatın normalleşmesine müsaade ederse ilk gideceğim yerlerin başında da Kıbrıs var.
11 Ekim Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde adada olabilmeyi çok istiyorum. Seçim belli ki ilginç ve çekişmeli geçecek. Kazanan aday sorunun çözümü ve Türkiye ile olan ilişkiler üstünde etkili olacak. Başta şu anki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı olmak üzere Kudret Özersay, Ersin Tatar, Tufan Erhuman ve bildiğim kadarıyla dört kişi daha aday olacaklarını açıkladı. Cuma günü adaylığı konusunda açıklama yapmayan, tecrübesi ve aile geleneğiyle dengeleri değiştirme potansiyeli olan Serdar Denktaş’la görüştüm. O da ciddi şekilde aday olmayı düşündüğünü söyledi. Umarım adaylığını koyar ve cumhurbaşkanlığı yarışına katılır.
***
Serdar Denktaş benim için tanıdığım bir politikacı olmanın ötesinde iyi bir arkadaş da. 25 yıldır adaya ne zaman gitsem onu görürüm. İstanbul’da da buluştuğumuz çok oldu. Birlikte her zaman güzel vakit geçirdik. Annan Planı’na bakışımız çok örtüşmese de o dönemde bile hep buluştuk, konuştuk. Hatta bir seferinde bizim planın üçüncü versiyonunun artılarını-eksilerini değerlendirdiğimiz bir çalışma kağıdını kendisiyle sabaha kadar oturup tartıştık. Hiç unutmam uyumadan uçağa binip Türkiye’ye oradan da BM Genel Sekreteri’nin düzenlediği bir buluşma için New York’a gitmişti.
Cuma günü konuşurken bana Kıbrıs sorununu yeniden birleşmeyle çözmenin kendisine romantik geldiğini söyledi. Türk tarafının Annan Planına da, Crans-Montana’ya da olumlu baktığını ama Rumların istemediğini hatırlattı. Çözüme karşı olmadığını fakat soruna gerçekçi bakmak gerektiğini vurguladı. Bundan 10 yıl önce itiraz edebileceğim bu saptamayı ben de destekledim, son zamanlarda sarsıntı geçiren Türkiye-KKTC ilişkilerinin iyileşmesi, normalleşmesi temennisinde bulundum. O da KKTC ve Türkiye arasında güçlü bağlar olduğunun altını çizdi.
Biliyorum diyeceksiniz ki, Serdar Denktaş’ın ya da bir başkasının Cumhurbaşkanı seçilmesiyle Kıbrıs sorunu çözülmez, Kıbrıslı Türkler zor mücadeleler sonrasında kazandıklarından, Rumlar da 1964’den bu yana elde ettiklerinden vazgeçmez. Haklı olabilirsiniz ama KKTC ile Türkiye arasındaki ilişkilerin niteliği değişebilir, ki ona da bu dönemde çok ihtiyacımız var. Diğer yandan bizim de Türkiye olarak Kıbrıs’a bakışımızı değiştirmemizin, KKTC’nin egemen eşitliğini tanımamızın, üslup sorunumuzu çözmemizin şart olduğunu vurgulamam gerek. İyi, huzurlu ve mutlu bir tatil günü dileğiyle…