Ne kadar meşru?
22 Kasım Pazar günü saat 17.45’de Avrupa Birliği tarafından hayata geçirilen IRINI Operasyonu kapsamında Arkas Şirketine ait MV Roseline A adlı gemi daha önce konşimentonun ayrıntılı dökümü verilmesine rağmen, Libya’ya silah taşıdığı şüphesiyle Hamburg adlı Alman savaş gemisince durduruldu, güvertesine asker çıkartıldı. Ertesi sabah 09.38’e kadar gemi arandı, mürettebat belli ki kötü muameleye maruz kaldı. Bayrak devleti olarak izni alınmayan, gerekçe olarak ulaşılamama gösterilen Türkiye de tepki gösterdi. Dışişleri Bakanlığı tazminat hakkının saklı tutulduğunu açıkladı.
IRINI Operasyonu’nun kendi web sayfasından öğrendiğimize göre Pazar günü gerçekleştirdikleri müdahale gücün işlevsel hale geldiği 31 Mart’tan bu yana beşincisi. 18 Kasım’da da Mısır’ın İskenderiye limanından tahmin edebileceğiniz gibi Libya’nın Tobruk kentine doğru giden Panama bayraklı MV Serrano adlı gemiye çıkılmış, gerekli denetimler yapıldıktan sonra geminin yoluna devam etmesine izin verilmiş. Yunan savaş gemisi Adrias’ın denetimlerinin ne kadar sürdüğü, kargonun ne olduğu, Mısır Hükümeti’nin kendilerini protesto edip etmediği konusunda web sayfalarında bilgi yok.
Ama muhtemelen Adrias gemisinin komutanı Yunanca eski bir tanrıçaya atıfla barış anlamına gelen IRINI Operasyonu’nu hayata geçiren AB’ye, onlar da 2292 sayılı Güvenlik Konseyi kararının 10’uncu paragrafına istinaden rapor vermesi gereken BM komitesine bu bilgileri aktarmıştır. Hamburg gemisinin komutanı da aynı şeyi yaparsa, biz de operasyonun meşruiyetini sağlayan 2292’nin 3’üncü operasyonel paragrafında ısrarla altı çizilen bayrak devletinin iznini alma prensibinin neden ihlal edildiğini öğrenme fırsatı buluruz.
***
Biz ihlal gerekçelerini beklerken, “ulaşılamamanın” bir mazeret olamayacağını düşünürken, belki onlar da uygulamaya çalıştıkları kararı doğru dürüst okurlar ve son olaydan ders çıkartırlar. Böylece bir daha ne Almanya, ne İtalya, ne de daha önce olduğu gibi Fransa ile askeri ya da diplomatik olarak karşı karşıya kalmayız. Çünkü kararın giriş paragraflarından itibaren silah ambargosunun bizim ve BM’nin desteklediği meşru hükümete karşı uygulanmayacağı, ancak silahların IŞİD ve diğer terörist örgütlerin eline geçmesinden endişe edildiği yazılmış.
Hatta 2292’nin 2’inci paragrafında BM’nin Libya’ya illegal silah sevkiyatını denetleme çağrısına uyacak devletlere UMH ile uygun şekilde istişarede bulunmaları istenmiş. Daha da önemlisi meşru hükümetin BM Güvenlik Konseyi’nin 2014 yılında aldığı 2174 sayılı kararına istinaden silah satışı için izin isteyebileceği belirtilmiş. Ölümcül olmayan askeri ekipmanın bu izin müessesinin dışında bırakıldığı, güvenliğin sağlanmasına ilişkin teknik yardım ve eğitim desteğinin de izin gerektirmediği karar altına alınmış.
Başka bir deyişle AB’nin uygulanmasından sorumlu olduklarını gecikmeli şekilde ilan ettiği Güvenlik Konseyi kararı Libya’daki meşru rejimi devirmeyi değil korumayı, onu zayıflatmayı değil savunmayı, ülkeye giden silahların terör örgütlerinin eline geçmesini engellemeyi hedeflemiş. Umarım AB ya da hiç değilse AB’nin gücü kuvveti yerinde devletleri Roseline müdahalesinden ders çıkartırlar, IRINI’in Akdeniz’de korsanlık için değil bir BM kararını uygulamak amacıyla hayata geçirildiğini hatırlarlar, masraflı bir operasyonu birkaç üyenin kaprisine feda etmezler.
***
Bir de belki artık Libya’daki barış sürecini samimiyetle desteklerler. Anlamaları gerekiyor ki eğer Libya’da bir barış süreci varsa, yıkımını sağladıkları ülkeye istikrar gelecekse, onlar da petrolünden yararlanıp mültecilerinden “korunacaksa”, bunun nedeni Berlin’de, Viyana’da ve daha pek çok yerde yapılan toplantılar, benimsenen ilkeler, tasarlanan yol haritaları ya da başta 1970 ve 2292 olmak üzere işlerine geldiği şekilde yorumladıkları Güvenlik Konseyi kararları değil.
Neden Türkiye’nin Libya’nın meşru hükümetinden yana ağırlığını koyması ve ülkedeki askeri dengeyi değiştirmesi. O denge değişmemiş olsaydı biz hala barıştan söz ederdik fakat barış bir türlü gelmezdi. AB, IRINI yerine bir önceki operasyonu SOPHIA ile yetinmek, Libya’dan kendi kıyılarına mülteciler gelmesin diye çalışmak zorunda kalırdı. Mültecileri taşıyan derme çatma teknelerle uğraşır, kaçakçılık bahanesiyle avunurdu. Ülkeye istikrar getireceğini varsaydıkları, ulusal çıkarlarını koruyacağını düşündükleri gruplarla çalışırlardı.
Bence AB’nin iç siyasi dengelerine, al-verlere feda ettiği Ortak Dış ve Güvenlik Politikası yerine kapsamlı bir stratejiye ihtiyacı var. Macron, Gaullizmin sınırlarını zorlamak, ABD’den Biden’a rağmen bağımsız, otonom bir Avrupa güvenliği inşa etmek istiyorsa kendini, önyargılarını aşmak zorunda. Komşumuz Yunanistan’ın da hatalı istihbaratla boş hayaller peşinde koşacağına Türkiye ile konuşmayı, uzlaşmayı denemesi gerek. Bizim de yapmamız gereken çok şey var. Ama zaten onların ne olduğunu herkes biliyor. Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü diye özetleniyor…