Mucize beklemesek de...
Türkiye ile Yunanistan arasında sorunların tespiti, çözüm yolları bulunması, hepsinden önemlisi de sorunların varlığına rağmen ilişkilerin sürmesi için 2002 yılından beri yapılan ancak neredeyse beş yıldır askıya alınan arama toplantılarının 61’inci turu 25 Ocak Pazartesi günü İstanbul’da gerçekleşecek. Sorunların çokluğu, derinliği ve kapsamı düşünüldüğünde iki ülkenin üst düzey diplomatlarının bir kez daha bir araya gelmesiyle ilişkilerde kuantum sıçraması yaşanmasını beklemek gerçekçi değil.
Bildiğimiz kadarıyla taraflar arasında sorunların muhtevası konusuda dahi henüz bir uzlaşma yok. Diğer yandan buluşabilmek, konuşabilmek kendi başına önemli. Sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesi ya da yönetilmesi için iki tarafta da siyasi irade olduğunu, krizlere değil işbirliğine umut bağlandığını gösteriyor. Umarız görüşmeler samimi bir ortamda gerçekleşir, bir son dakika krizi gerçekleşmesine engel olmaz. Bunda ve bundan sonraki turlarda bütün konular masaya yatırılır, çözülemeseler bile yönetilebilir hale getirilir.
***
Unutmayalım ki Yunanistan Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapısı. Yunanistan ile yaşadığımız her kriz az ya da çok AB ile olan ilişkilerimizi, dolayısıyla da ticaretten siyasete, demokrasiden insan haklarına pek çok alandaki performansımızı etkiliyor. Yunanistan AB üyeliğinden kaynaklanan asimetrik siyasi gücünü bize karşı kullanıyor. Sorunlar onun istediği şekilde çözülmediği sürece de gerçekçi olursak kullanmaya devam edecek.
Ama konuşmazsak, müzakere etmezsek, kriz yönetimi ve askeri baskı ile yetinirsek ağırlığı ve etkisi daha fazla olacak. Arama toplantıları düzenlersek, istikşafı görüşmeler yaparsak, özellikle de iki ülke siyasi liderliği bir araya gelirse tersi yaşanacak. Yunanistan’ın siyasi ağırlığı, diplomatik etkisi azalacak. Türkiye ile görüşen, sorunlarını konuşan Yunanistan AB’yi ve ABD’yi kendi talepleri doğrultusunda daha sınırlı yönlendirme imkanına sahip olacak.
Yunanistan açısından bakıldığında ise bu görüşmeler Ege’de, Akdeniz’deki gerilimlerin bitmesine, başka alanlara ve konulara ilgi gösterebilmelerine yol açacak. Onların da yavaş yavaş anladıkları gibi Türkiye dünya siyasetindeki ağırlığını arttırıyor, yumuşak gücünden ve siyasi ikna kabiliyetinden çok askeri gücüne ve istihbari yeteneklerine dayanan politikalar üretiyor. Ne Akdeniz’de, ne de başka bir yerde çaresiz.
Yunanistan’ın BAE gibi ülkelerle kurduğu ittifaklarının kalıcı olmama olasılığı da güçlü. Körfezdeki yakınlaşma Suudi Arabistan Türkiye ilişkilerine, oradan da BAE ile olanlara yansıyacak. Ayrıca en zor zamanlarında bile AB’yi yanlarına almaları, Türkiye’ye ağır gelecek yaptırımlar uygulatmaları mümkün olmadı. Fransa yakın davrandı ama ilk fırsatta Türkiye ile olan ilişkilerini normalleştirmek, iyileştirmek istediğini açıkladı. Dayanışmasının faturasını da Yunanistan askeri alımlarıyla ödedi.
Annan Planını kabul etmeyerek bölünmüşlüğünü sürdüren Kıbrıs Cumhuriyeti’ni sanki adanın tümünü temsil edermişçesine tanınması sağlama, Türkiye’yi ve Türk tarafını üyelik perspektifi üstünden zorlama çabası da sonuçta üyeliğin Türkiye için ikna edici önemini kaybetmesine, GKRY ve Yunanistan için ellerindeki en iyi kozu yitirmelerine yol açtı. Biz demokrasi ve insan haklarında kaybettik, onlar ellerindeki siyasi maniveladan oldular.
Artık karşılarında üyelik üstünden pazarlık edebilecekleri, bize uyum sağlayın diyebilecekleri bir Türkiye kalmadı. Sorunlar derinleştikçe, Münhasır Ekonomik Bölge gibi kavramlar hukuku zenginleştirip, yeni sorun kategorileri yarattıkça da çözümler daha çetrefilli hale geldi. Üstelik krizlerin diyalektiği, içsel mantığı konuları iktidarlar, siyasetler aşar çıkarlar ve beklentiler haline dönüştürdü.
Türkiye’nin ABD ile olan gerilimli ilişkisine de çok umut bağlamamlarında yarar var. S 400 sorunu da, F 35 sorunu da bir şekilde çözülecek. Türkiye bazılarının zannettiği gibi NATO’dan ayrılmayacak. Belli ki 1952’den bu yana üyesi olduğu ittifakla bağlarını güçlendirecek. 2021 yılı boyunca 4200 kişilik, modern silahlarla donatılmış bir tugayı NATO’nun yüksek hazırlıklı acil müdahale gücü (VJTF) olarak ayırmış olması herhalde boşuna değil.
***
Bana öyle geliyor ki Yunanistan için de, Türkiye için de en akılcı siyaset yapma biçimi müzakereden, çözümden, o da olmazsa sorunları dondurarak yönetmekten geçiyor. Cumartesi günü Ta Nea’da yayınlanan mülakatımda söylediğim gibi mucize beklemiyorum ama umutluyum. Üçüncü tarafların da teşvikiyle İstanbul’da başlayacak görüşmelerin normalleşme, iyileşme yolunda ilerlemeye vesile olacağını düşünüyorum. NATO’dan sızan haberler de ayrıştırma usülleri konusunda ilerleme kaydedildiğine işaret ediyor.
Zaten birbirine bu denli yakın, ortak tarihi ve coğrafyayı paylaşmış iki ülkenin tüm fırsatları ve sorunları sıfır toplamlı oyunlar olarak görmeleri anlamsız. Ege’de de, Akdenizde de tarafların çıkarlarını dengeleyecek çözümler bulmak olası. Türkiye’nin de, Yunanistan’ın da yeni bir üslup geliştirmesi, krizden ve siyasi çatışmadan kaçınması gerekiyor. Turizmden enerjiye kadar geniş bir alanda işbirliği imkanları var, bazılarından da epeydir istifade ediliyor.
Sivil topluma, düşünce kuruluşlarına, iş dünyasına, kanaat önderlerine ve üniversitelere de sorumluluk düşüyor. Karşı tarafa gerçekçi mesajların verilmesi, neyin yapılıp, neyin yapılamayacağının anlaşılmasının sağlanması, algının değişmesi ve siyasete hareket alanı sağlanması önem taşıyor. Sadece Yunanistan’la değil tüm ülkelerle ilişkilerimizin normalleşmesi, bundan bağımsız olarak da muhalif gazetecilerin, siyasetçilerin endişe etmeden yaşayabildiği, hukukun üstünlüğünün sağlandığı bir ülke haline gelmemiz temennisiyle...